otarafa: 1 click butarafa: What Will Replace the Almighty Page View?
C aylak adam bir tavrın anatomisi

cevap ver  kazımkanat   19/02/07

c

bunu ben yazmadım 

Aylaklayarak Varolmacılık ve Romanı 
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı Üzerine 


Yusuf Atılgan bir mektubunda “Anlaşılan, bilinen anlamda bir yazar, açıkçası 
yazar değilim,” diye yazmış Enis Batur’a; ‘Aylak Adam’ yazılıp da 
yayınlandıktan yıllar sonra… Atılgan’ın kendisiyle ilgili bu teşhisini bir 
hayıflanmayla yapmadığı açık olsa da, takındığı bu acımasız tavır üzücü. 
Çünkü Atılgan, apaçık ki bir yazar; ancak bilinen anlamda bir Türk yazar 
değil – diyebiliriz… Okuyacağınız yazıda, Yusuf Atılgan’ın hayatı, kişiliği ve 
yazarlığından bahsedecek, ilk romanı ‘Aylak Adam’ı incelemeye çalışacağım.

Atılgan, 1921’de Manisa’da doğuyor. 1944’te İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili 
ve Edebiyatı bölümünü bitiriyor. İki yıl sonra Manisa’nın Hacırahmanlı 
köyüne yerleşiyor ve 30 sene orada çiftçilikle uğraşıyor. 1976’da İstanbul’a 
dönüp 1989’da ölünceye kadar burada yaşıyor. 1961’de Serpil Hanım’la -
ayrıntılarını Enis Batur’dan öğrendiğimiz ilginç bir sevda hikayesinin 
ardından- evleniyor ve Memet isminde bir çocukları oluyor. Öldüğünde yarım 
kalan ‘Canistan’ romanının yanı sıra, bol ödüllü öyküler ve kült 
mertebesinde iki roman bırakıyor: Aylak Adam(1959) ve Anayurt Oteli
(1973).
Oğuz Demiralp’in Yusuf Atılgan’ı sevgiyle andığı ‘Bir Ayrıntının Ardında’ isimli 
denemesinde belirttiği gibi “İnsanoğlu’nda Atılgan’ın görebildiği yönleri 
gören, bizim yazınımızda azdır.” zira Atılgan, “insan ruhunun dehlizlerine 
inmiş, kötücüllük tohumlarını bulmuş gibidir”. Zaten; Atılgan, iki romanında 
da benzer konuları benzer karakterlerle işler: içlerinde kötücüllük tohumları 
kök salan, toplumdan kopmuş yalnız bireylerin yaşantıları. Arkadaşı Yusuf 
Çotuksöken’in yorumlarına bakılırsa, Atılgan’ın romanlarında biraz da 
kendini betimlediği/yerdiği/hicvettiği fikrini de kolayca 
benimseyebiliriz: “Yusuf Atılgan bende hep yalnız bir adam görünümüyle 
yer etti. Yalnızlığının kapılarını dışarıya kapatmış gibiydi. Kendi başına 
kurduğu yalnızlık evreninde bir başına dolaşırdı sanki hep.” Hacırahmanlı 
köyünden yakın arkadaşı Nazmi Dönmez’in sözleri de Yusuf Atılgan 
hakkında fikir verici: “Çok konuşmazdı, tartışmayı sevmezdi, köyünde yalnız 
yaşayan bir insandı. İnsan evrenin özünü bilemez, aklı sınırlıdır. Bugüne 
kadar her şey yazılmıştır. Bunların bilincindeydi o.”
Anlaşılan o ki, Yusuf Atılgan yalnızdı yalnız olmasına; ama yalnızlığı, mecburi 
bir yalnızlık değil; seçilmiş, tasarlanmış, özel olarak inşa edilmiş bir 
yalnızlıktı. İnsanlardan kaçmak değil, kendini insanlarla paylaşmamaktı 
Atılgan’ın yalnızlığı… Enis Batur’a göre “sıcak, yakınlık kurmakta kararlı, 
çünkü güdülerinin sağlamlığına inanan duygusal biri” idi Atılgan. Güven 
Turan’ın, Ülkü Tamer’in, Eray Canberk’in anlattıklarına bakılırsa, sohbet 
ortamında bulunmayı seven biriydi. Ancak; edebiyat çevrelerinin bu ünlü 
simalarının hemfikir olduğu bir husus da, Atılgan’ın anlatmaktan ziyade 
dinlemeyi tercih edişiydi… O her yerin yabancısıydı, hiç acelesi yoktu 
(Batur). Hayatın sınırları içinde daralan insanların yazarı; “iç dünya” denen 
şeyin de bir dıştan, bir yoksunluktan yapılmış olabileceğini hissettiren; 
darlığın, rutinin alanına çekilmiş; sıkıntılı içeriklerle uğraşan; “ben” demekte 
bile zorlanan biri (Gürbilek). “Kimse bir başkasına ulaşamaz, çünkü kimse 
kendi sınırlarına varamaz.” diye yazmış bir yazarın yalnız kalmayı tercih 
etmesi, herhalde oldukça anlaşılır, zaten “insan ancak oynayarak, o da 
olmazsa ölerek kurtulabilir”.

Yazmak, Atılgan için asla bir kurtuluş olmamış; hep bir yük olmuş sırtında… 
Enis Batur, arkadaşını şöyle anlatıyor; “yazı, en büyük huzursuzluk kaynağı 
oldu hep. Bahçedeki kuşun sesi bahanesi olmuştur. Kaçacak delik 
muhakkak bulurdu.” Son romanı Canistan’ı yıllar boyunca bitiremediğine, 
romanlarının arasında on beşer yıllık aralıkların bulunmasına ve Güven 
Turan’ın “Yunus Nadi Yarışması olmasa, Aylak Adam’ın da kolay kolay 
bitmeyeceğini” söyleyişine bakılırsa, Atılgan’ın yazarken pek de eğlenmediği 
kolayca anlaşılıyor. Zaten, ona keyif veren işler, kitap okumak, sinemaya 
gitmek ve oğlu Memet’le zaman geçirmekmiş (Bayram).

Edebiyat’la dolu geçen uzun ömründe Atılgan’ın niçin sadece iki romanla 
yetindiği, yazarın sıklıkla maruz kaldığı bir soru. Sorunun cevabıysa 
hazır: ‘Benim gerçek eserim, günlük yaşamımdır.’ Atılgan’ın bunu söylerken 
ne kadar samimi olduğunu bilemiyoruz tabii, ama ‘Aylak Adam’, 
edebiyatımızdaki ayrıksı ve ayrıcalıklı yeri, insani duyarlılığı ve ustaca 
kaleme alınışı ile okura Atılgan’ın gerçek eseri ile ilgili çokça ipucu veriyor. 
Yoksa Enis Batur’un da dediği gibi, ‘Aylak Adam’ bir imgeye değil bir 
yaşamaya mı dayanıyordu, anlatılmadan susulamayacak bir yaşamaya? 
Dahası, Demiralp’in söylediği gibi, “Aylak Adam Türk duyarlılık tarihinde bir 
dönüm noktası mıdır?” ya da genç ve edip yazarlarımızdan Hamdi Koç’un 
iddia ettiği gibi, “aya gönderebileceğimiz tek bir şey varsa, o da Aylak Adam 
mıdır?”.

‘Aylak Adam’, bir ismin bile çok görüldüğü C.’nin bir yıl boyunca başından 
geçen olayları anlatır. Kitap dörde ayrılmış ve her bölümde farklı 
mevsimlerde C.nin yaşantısı ele alınmıştır. Babasından kalan emlaklerden 
aldığı kiralarla çalışmadan geçinebilen C., gününü kitap okuyarak, 
kahvehanelere, restoranlara, barlara giderek, film izleyerek, bol bol 
yürüyerek, sanat çevresinden arkadaşlarıyla sohbet ederek ve durmadan 
düşünerek geçirir… C., toplumla uyuşamayan, ataerkil yapıya ait olamayan, 
iki kişiden kurulmuş toplumların “en iyisi” olduğunu düşünen ve bu 
uğurda ‘gerçek aşk’ı arayan; huysuz, sıkılgan, mutsuz ve ‘aylak’ bir 
adamdır. Romanın konu edildiği bir yıl boyunca C.’nin başından iki aşk 
macerası geçer. İlkinde üniversite öğrencisi ‘süssüz, sade’ Güler’den 
umduğunu bulamayan C., yaz aylarında gittiği pansiyonda karşılaştığı eski 
sevgilisi ‘ressam ve kişilikli’ Ayşe ile de olaylı bir aşk süreci yaşar. Ne var ki, 
C. aradığı gerçek aşkı bir 
türlü bulamaz.

“Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. 
İçimdeki sıkıntı eridi.” cümleleriyle açılan roman, girişinin okurda uyandırdığı 
umudun aksine, bir imkânın değil, bir imkânsızlığın romanı olarak sürer ve 
bir imkansızlık tasavvuruyla son bulur: “Sustu, konuşmak lüzumsuzdu. 
Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.” 
Romanın son kelimesi üzerinde duralım biraz. Romanı roman yapan bütün 
süreçleri; yazma ve okuma çabalarını hiçleyen, boşlayan bir kelime bu… 
Okur olarak bizler yani, Aylak Adam’ı anlayamayız. Onun da bize kendisini 
anlatma çabası nafiledir. Zaten Atılgan da farkında Aylak Adam’ın ne acayip 
bir mahlûkat olduğunun. Ne yaparsa yapsın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, 
Aylak Adam’ı anlatamayacak olduğunun farkında… (Bu Aylak Adam’ın 
erişilmez bir kişlik olduğu anlamına gelmesin. Bu durum daha çok, Aylak 
Adam’ın ruh dünyasının yazmakla içinden asla çıkılamayacak kadar 
karmaşıklaştığını gösterir.) Bu yüzden de zaten, romanın en doğurgan 
anlarını kısırlaştırıyor Atılgan, kısa kesiyor tabiri caizse. Oğuz Demiralp, bu 
durumu, biraz da Atılgan’ın kendi yapıtının varlığını küçümsemesi, yapıtı 
basit bir iletken durumuna düşürmesi olarak yorumluyor: “Yazma eylemini 
irdelemek için yazar-okur ilişkisinden önce yazar-yapıt ilişkisine bakmak 
gerek. Hele, yazar bildirişim umudu taşımıyorsa.” Yine Demiralp’in 
Goldman’den alıntı yaparak değindiği gibi; Yusuf Atılgan başkişisinin bilincini 
aşıyor. Bu, kendi yarattığı Aylak Adam karakterini lütfedercesine 
anlatmasından ve onunla içten içe dalga geçmesinden anlaşılabilir. Nurdan 
Gürbilek’e göre de, sıkıntılı bir dili var Atılgan’ın. Kelimelerin naçizliğinin, 
romanların gerçek hayatların yanındaki kifayetsizliklerinin bilincinde, kalemi 
de umudu da kırık bir yazarın dili…

Atılgan’ın dili dıştan beslenmiş, zengin, doyurucu bir dil değil; benzetmesiz, 
süssüz, neredeyse yoksun düşmüş, lise edebiyat kitaplarının ‘fakir’ diye 
niteleyeceği bir dildir…

Kısa, kesik, başı sonu olmayan bir tempo, sıkıntının temposu: Atılgan, dili, 
bu temponun hizmetine sunmuş gibidir; cümleleri tonuyla, temposuyla bu 
sıkıntıyı tekrarlar, dilde onun benzerini yaratır.
Atılgan’ın, Hacırahmanlı’dan dostu Nazmi Dönmez’in sözlerini 
hatırlayalım: “Bugüne kadar her şey yazılmıştır. Bunun bilincindeydi o.” Bu 
sıkıntı, işte bundan kaynaklanıyordu muhtemelen. Dünyayı 
değiştirmeyeceği müddetçe yazmak istemeyen, ama “yazmadan da 
susulamayan bir yaşama”nın mecbur kıldığı bir yazma eyleminden 
kaynaklanıyordu…

Ne kadar ‘sıkılarak, boş vermişlikle ve umursamazlıkla’ yazılmış gibi 
görünüyorsa da, Atılgan’ın Aylak Adam’da özgün bir üslup oturttuğu da 
gözden kaçırılmamalı. Benzersiz bir kahraman yaratmasının yanı sıra, bu 
kahramanı okura en iyi şekilde sezdirebilecek ifade yollarını da bir şekilde 
kullanıveriyor yazar. A. Ömer Türkeş’e göre, Aylak Adam’da her cümle, her 
sözcük yerli yerinde. Romanın anlatımında tekdüzelikten kurtulmak için, 
anlatı bazen birinci bazen üçüncü kişinin ağzından yapılıyor; mektup 
yazdırılıyor, günlük tutturuluyor (Naci). Okur da C.’nin sorununu, 
düşüncelerini, yaşam felsefesini ve duygularını kah C.’nin iç 
konuşmalarından, kah anlatıcıdan, kah C.’nin başkalarına söylediklerinden 
öğreniyor(Moran). 

Bir karakter ve kişilik durumu olarak Aylak Adam’dan bahsetmeye 
başlamadan önce romana ve romanın ana kahramanına eleştirmenlerin 
yaklaşımları üzerinde durmak istiyorum. Kitap ile ilgili yapılan yorumların 
başlıcalarından biri, kitabın “zamanımızın kahramanı”nı çok iyi anlattığıdır 
(Naci). Bu yorum, başka birçok varoluşçu edebiyat ürünü için de 
yapılagelen, kanımca yetersiz bir yorumdur. Aylak Adam, herhangi bir 
zamanın, belirli bir mekanın ya da özel koşulların sebep olduğu bir yaratık 
değil; daha derindeki bir kimlik, daha içsel bir varlıktır. Demiralp’in ‘Bir 
Ayrıntının Ardında’da belirttiği gibi “yıllar bizimle birlikte geçmiş, Aylak Adam 
kalmıştır.” Çünkü Aylak Adam yalnızca yazıldığı yılların değil; neredeyse tüm 
zamanların kahramanı olagelmiştir. Bunu Yusuf Atılgan’ın romanın 
içinde “insan en çok kalabalık içinde yalnızdır” fikrinin anlamsızlığını 
vurgulaması ile de destekleyebiliriz. Zira Atılgan’ın Aylak Adam’ı, ne kadar 
insanlarla iletişim kuramıyor olursa olsun, bu iletişimsizliğin suçu ne 
yaşadığı zamanda ne de mekanda aranmıştır. Sorun Aylak Adam’ın 
kendisinde, onun kişiliğinde, varoluşunda, hatta ontolojisindedir. Aylak 
Adam’ın yalnızlık derdi de öyle canlı bir biçimde ele alınmış, onun tekilliği 
öyle çarpıcı bir biçimde yansıtılmıştır ki, bu yalnızlık herhangi bir devirde kimi 
insanların başına gelebilecek en doğal insanlık hallerinden biri olup çıkmış; 
Aylak Adam, yalnızca toplumu inceleyen, onu sorgulayan, kendini ondan 
soyutlayan bir kişinin değil; doğası gereği ayrıksı olan ve böylece muhtemel 
bir insanlık durumu prototipini işaret eden bir kahramana dönüşmüştür…

Yusuf Atılgan’ın kişiliği, yazarlığı, ‘Aylak Adam’ hakkındaki genel yorumlar ve 
romanın genel özelliklerinden sonra biraz da bu romanı bunca özel kılan, -
kanımca- ‘edebiyatımızın en benzersiz karakterlerinden biri olarak Aylak 
Adam’dan bahsedeceğim. Öncelikle C.’yi ‘Aylak Adam’a dönüştüren başlıca 
etmenler üzerinde durmak istiyorum. Bu etmenler tabii, C.yi Aylak Adam’a 
dönüştürdükleri gibi, aynı zamanda romanın ana izleklerini ve romanı 
başarılı kılan başlıca öğeleri de teşkil ederler… 

C.yi ‘Aylak Adam’ yapan ilk etken C.’nin babasıdır. Ataerkil bir figür olarak 
baba, bu romanın psikanalitik yükünün en ağır bölümünü çeker. C. babası 
sayesinde/yüzünden aylaktır. Babasının kendisine bıraktığı malvarlığı 
sayesinde rahatça yaşarken, babasının manevi mirası C.nin kendisi 
olmasını daima engelleyecek, özgürlüğüne gölge düşürecektir. Okura, 
oğluna sevgi göstermemiş bir baba olarak sezdirilen C.’nin babası, bir de 
C.’nin dünyada en çok değer verdiği kişi olan Zehra Teyze’siyle mutlu bir 
yatak arkadaşlığı sürünce, C. için buhranlar ve bunalımlar kaynağına 
dönüşür. Babasının ‘bıyıklı’, ‘kadın bacaklarına düşkün’, ‘zengin’ ve ‘C.nin 
kulağını yırtmış’ oluşu, C.’nin takıntılarının birebir sebeplerini oluşturacak; C. 
bıyıklılardan nefret edecek (Güven Turan’a göre Aylak Adam’da bıyık: Baba 
tanımıyla gelen, kaba güce dönüşmüş, otorite ile iç içe geçmiş cinsel 
saldırganlık), sevgilisi Ayşe’nin bacaklarına dokunabilmesi C. için varoluşsal 
bir soruna dönüşecek, sorulduğunda “zengin değilim, paralıyım.” diyecek, 
roman boyunca ilgili ilgisiz birçok yerde C. kulağını kaşıyacak, tramvayda 
arkasına oturduğu yolcuların kulak kirleriyle ilgilenecektir. Baba figürü ve 
C.’nin kökü-babada problemleri romanın başlıca izleklerinden birini 
oluşturacak ve Aylak Adam karakterinin hastalıklı ruh halinin en önemli 
unsurunu teşkil edecektir. Öte yandan Aylak Adam’ın “baba parası” yiyor 
olması, dünyaya ve yaşama karşı olan isyanında tutarlı ve kararlı gibi 
gözüken ‘Aylak Adam’ın dünya görüşünün temelsizliğine bir gönderme 
olarak değerlendirilebilir. (Bu yaklaşım aslında romanın geneline 
yedirilmiştir. Demiralp’in önerdiği ‘yazarın başkişisinin bilinci aşma 
durumu’nu da buna bağlayabiliriz. Atılgan, kendi karakterini sevip kolladığı 
ve gerçeklik içinde ele aldığı gibi, onunla biraz dalga geçip zaman zaman 
onu hafife aldığını da okura hissettirir) C.yi Aylak Adam’a dönüştüren bir 
başka psikolojik unsur da -ayrıca romanı başarılı kılan bir başka psikanalitik 
öğe- Aylak Adam ile Zehra Teyze arasındaki ilişkidir. Zehra Teyze, C.yi sarıp 
sarmalayan, C.yi sorgulama alışkanlığından kurtaran, onu dinlendiren, 
seven, özgürleştiren bir figür olarak C. için daima ‘zihinsel bir kaçış umudu’ 
olacaktır. Sıkıntılıyken, üzgünken, çaresizken C.nin Oidipus kompleksi 
nüksedecek ve C. teyzesinin kucağında yattığı o saadet dakikalarını 
anmaya başlayacaktır. 

C.’nin babasıyla ve Zehra Teyze’siyle olan ilişkileri aynı zamanda büyük 
ölçüde Aylak Adam’ın karşı cinsle olan ilişkilerini de belirleyen etkenlerdir. 
Babası C.’nin aşk yaşamındaki neredeyse bütün hasarlardan sorumluyken, 
Zehra Teyze C.’nin her kadında arayacağı bir ruh olacaktı. C.nin kadınlarla 
yaşayacağı fırtınalı ilişkilerin bir başka sebebi de “C.deki hastalıklı ‘o’ 
arayışı”dır. C.ye göre bu dünyada insanı sıkıntıdan kurtaracak, yaşamı 
anlamlı ve katlanılır kılacak tek şey O idi. O, gerçek aşk, yapmacıksız sevgi, 
Aylak Adam’ın imkânsızlıklarından bir diğeridir. Bu bağlamda ‘O’ da romanın 
önemli izleklerinden birini teşkil etmiş oluyor ve okur, ancak romanı 
bitirdikten sonra romanın açılış cümlesini anlayabiliyordu: “Birden 
kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi.”

‘Aylak Adam’ da elbette –her romanda olduğu gibi- yan-izlekler, başka ilginç 
öğeler de mevcuttur. Bunlardan biri de ‘garson’lar... Zamanının büyük 
bölümünü lokantalar, kahveler, pastaneler de geçiren Aylak Adam, roman 
boyunca da birçok garsonla muhatap olmak durumunda kalır. Ama Aylak 
Adam garsonları sevmez. Onların Aylak Adam’ı izleyişlerinden, Aylak Adam’a 
müşteri muamelesi göstermelerinden (ne de olsa Aylak Adam herkese 
benzemez), işleri icabı yalaka oluşlarından tiksinir. Ancak bir garson vardır 
ki; “adamın ne bokun soyu olduğunu anlayıverir.” Ne var ki Aylak Adam onu 
arayıp bulmak istediğinde, adam yok olur, romandaki bir başka 
imkansızlığa, saf olumlunun erişilmezliğine dönüşür.

Romanda sıklıkla karşılaştığımız bir Aylak Adam yaftalaması da vardır: 
Elipaketliler. Bu tabir ile Atılgan orta sınıf mensuplarını kastederek, onların 
yaşayışlarına, ritüellerine, kültürlerine burun kıvırıp onları kıt birer imgeye 
ve ekonomik anlamlarının ötesinde hiçbir anlamı olmayan duygusuz bir 
kitleye dönüştürür. Şöyle söz eder C. onlardan: “Biliyorum sizi. Küçük 
sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde 
paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay 
rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok.” Ne de olsa Aylak Adam kolaya 
kaçmaz, uyuşmaz, uylaşmaz. Peki bu anti-konformist kahramanın “aylak” 
diye imlenmesi bir tezat değil midir? Yine mi dalga geçmektedir Atılgan kendi
(siyle) yarattığı karakterle? Ya da Aylak Adam’ın sevgilisi Ayşe “bütün sorun 
işsiz olmasında” diye düşünürken haklı mıdır?

Ancak her zaman da mutsuz değildir Aylak Adam. Bazen –mesela 
sinemadan çıkınca- içi yaşama sevinciyle dolabilir. Böyle anlarda da 
Atılgan “yaşama sevinci” dediğim duyguyu romantikçe abartmadan, öyle 
yalın ve etkili anlatır ki, Aylak Adam’ı da mutlu eden; her şeyin 
anlamlanması, cisimlerin yerlerini bulması, eksikliklerin yerinin dolması 
duygusu okuyucuya doğrudan nüfuz eder.
Şunların arasında sevilmeye değer birkaç kişi niye olmasın?
Vardı işte. Çocuklar, elmalar vardı.
Doğrusu böyle tatlı şakalar da olmasa, insan bu dünyada nasıl yaşardı?

Biraz da edebiyatımızın en ‘cool’ karakteri olarak incelemeye çalışalım ‘Aylak 
Adam’ı… Fethi Naci, Aylak Adam ile ilgili inceleme yazısında ‘düşleri 
kendilerine bir süre için gerçekleşmiş gibi geldiği için romanları seven 
okuyucular’a dikkat çekiyor ve Aylak Adam’ın bu tarz okurlar tarafından da 
beğenilebileceği ve böylece genç aydınların romanın bildirisini gözden 
kaçırabileceklerine işaret ediyor. Bu konuda Naci’ye katılıyorum. Zira Aylak 
Adam bir ‘gençlik romanı’ gibi de okunabilir. Hele ki berberlere 
konuşmamaları için para veren, sokakta karşılaştığı ilk kadını öpüveren, 
sigara içen dilencilere kafayı takan böylesine pervasız karakterler yaşıtlarım 
için -elbette benim için de- ilgi çekicidir. Gerçekten de Aylak Adam, bu 
yönüyle daima genç kalmayı başarabilmiş ve tazeliğini korumuş bir 
romandır. Ne var ki; yazımın sonlarına yaklaşırken, Aylak Adam’ın -ve ona 
benzer kimi başka figürlerin- Türk Gençliği’nce niçin görmezden gelinmiş, 
niçin gençlik için asla mesele teşkil edememiş ve ciddiye alınacak bir 
figüre/figürlere dönüşememiş olduğunu da sorgulatmak isterim... Amerikan 
üniversitelerinde yapılan bir araştırmaya göre, kampuslarda en çok okunan 
kitap J. D. Saliner’ın –bizde Gönülçelen ve Çavdar Tarlasında Çocuklar 
isimleriyle iki farklı çevirisi bulunan- The Catcher in the Rye kitabıymış. Aylak 
Adam C.ye çok benzer ruh hallerinde gezinen The Catcher in the Rye’ın 
kahramanı Holden Caulfield, ülkesinde gençlik için sevimli bir karaktere 
dönüşebilirken, Aylak Adam, daha önce de belirttiğim gibi, Türk Gençliği’nin 
dikkatini fazla çekememiştir. Bu durumu, gençliğin kitap okumaya olan 
ilgisizliğiyle mi, yoksa hala feodal kahramanlara olan düşkünlüğüyle mi 
açıklamalı?

1957-1958 Yunus Nadi Roman Yarışması’na son anda katılabilir Aylak Adam. 
İhsan Bayram’a göre, son katılım tarihinin dolmasına saatler kala yetişir 
müsveddeler Cumhuriyet Gazetesi’ne. Sonuçlar açıklandığında ise Aylak 
Adam ikincilik ödülünü kazanır ve 1959’da da Varlık Yayınları tarafından 
basımı yapılır. Böylesine prestijli bir yarışmada ödül kazanmasına karşın, 
ortalama okuyucunun pek ilgisini çekmez roman. Hatta, dönemin sanat 
çevrelerinde bile pek ciddiye alınmaz, hakkınca irdelenmez. 1950lerin ve 
1960lı yılların politik koşullarından etkilenilip sosyal duyarlılıklarla yazılmış 
toplumcu gerçekçi sanat anlayışı, Aylak Adam’ı görmezden gelir. O yıllarda, 
özellikle ‘köy romanları’ revaçtadır. Fakir Baykurt’un, Talip Apaydın’ın 
yazdıkları hem okunur hem tartışılır. (Burada Atılgan’ın da bir köylü 
olduğunu ancak ‘köy edebiyatıyla’ hiç ilgisi olmayan bir edebiyat geleneğini 
sürdürdüğünü hatırlamakta yarar var.) Bir de Orhan Kemal ile Kemal Tahir 
okunur ve Atilla İlhan’ın hafif grotesk kitapları dolaşır elden ele… Gerçi 
Orhan Duru’nun ve A dergisinin başını çektiği bir ‘varoluş bunalımcıları’ 
grubu da var, Yusuf Atılgan yalnız sayılmaz yani, ama Aylak Adam’ın gerçek 
hakkı ancak uzunca bir süreden sonra verilebilecektir (Fidan). Varlık 
Yayınları’ndan sonra 1974’te Bilgi Yayınevi tarafından, 1985’te İletişim 
Yayınları’nca ve 2001 yılında da Yapı Kredi Yayınları tarafından basılıp satışa 
sunulan ‘Aylak Adam’, en yüksek satış değerlerine 2001 yılındaki 
basımından sonra ulaşmıştır. Bu durum, inanıyorum ki, YKY’nin kurumsal 
başarısı olduğu kadar, 1960lardaki Türk okuru profilinin 2000li yıllarda 
kendini daha bireyselci ve gerçekçi bir doğrultuda evirdiğiyle de ilgilidir…

Kaynakça
Atılgan, Yusuf (Ağustos 2001), Aylak Adam, İstanbul: YKY
Batur, Enis (Mayıs-Haziran 2000), Yusuf Atılgan: Bir Profil Denemesi, YKY 
Kitap-lık v.41, s.80-88
Bayram, İhsan (Mayıs Haziran 2000), Her Kötü Yazarın Aptal Bir Hayranı 
Vardır, YKY Kitap-lık v.41 s.116-117
Çotuksöken, Yusuf (Mayıs-Haziran 2000), Aylaklığı, Yalnızlığı ve Güzelliği 
Seven Adam, YKY Kitap-lık v.41 s.117-118
Demiralp, Oğuz (Mayıs Haziran 2000), Bir Ayrıntının Ardında, YKY Kitap-lık 
v.41, s.89-92
Demiralp, Oğuz (Eylül 1995) Okuma Defteri; Acılı Devinim İstanbul: YKY
Fidan, Fatma (Mayıs-Haziran 2000), Anayurt Oteli Üzerine, YKY Kitap-lık 
v.41 s.119
Gürbilek, Nurdan (1995) Yer Değiştiren Gölge; Taşra Sıkıntısı İstanbul: 
Metis Yayınevi
Moran, Berna (1995) Türk Romanına Eleştirel Bakış v.2; Aylak Adam’dan 
Anayurt Oteli’ne İstanbul: İletişim Yayınları
Naci, Fethi (2000) 100 Yılın 100 Türk Romanı; Yusuf Atılgan – Aylak Adam 
İstanbul: Adam Yayınevi
Savlı, Pelin Özer (Mayıs Haziran 2000), Hacırahmanlı’daki Yalnız Ev, YKY 
Kitap-lık v.41, s.106-108
Tamer, Ülkü (Mayıs Haziran 2000), Kaplanın Yüreğindeki Kuş Tüyü Elmas, 
YKY Kitap-lık v.41, s. 112-113
Turan, Güven (Mayıs Haziran 2000), Atılgan’da Kıl-Tüy, YKY Kitap-lık v.41, 
s.100-104
Türkeş, A.Ömer (n.d) Bodur Minareden Öte; 13.10.2004, 
http://www.pandora.com.tr/sahaf/eski.asp?pid=30


Keywords:c
Kategori: pis işler.
cevap ver  c   07/08/07
hah ben de aylakadam'ı
neden okumaya başladım
diyordum. böyle boktan bi
kitaba niya bu kadar
sabrettim, 2. bölüme
kadar... biri bana bir
şeyler diyordu bu kitapla
ilgili falan... yazar
değil, doğru demiş.
boktan bi kitap,
afedersin... bunu bana
bağlayabiliyorsan ben de
boktanım demek. bok ye.
cevap ver  kazımkanat   07/08/07
biliyosun bizim edebiyat zevklerimiz bukowski dışında pek tutmuyor 
ama su entersan değil mi

Benim gerçek eserim, günlük yaşamımdır demiş

sen de öyle demiyor musun bazen

herkesler bir proje bir sanat sergi mücadelesi içinde 
uyuz oluyorum

okumaya devam et 
biraz benziyor olabilir.
cevap ver  c   09/08/07
Benim gerçek eserim,
günlük yaşamımdır"da
benden en ufak bir parça
buluyorsun bi mok
anlamamışsın sen benden kazım
cevap ver  kazımkanat   10/08/07
siktir et
cevap ver  c   13/08/07
pfffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff


boşlukları doldurun


bunlara da göz atabilirsiniz:

otarafa: 1 click butarafa: What Will Replace the Almighty Page View?

iletişim - şikayet - kullanıcı sözleşmesi - gizlilik şartları