otarafa: minyatür bebekler butarafa: Robert Musil
Walter Benjamin

cevap ver  kazımkanat   17/09/06

kiralık yerler

Walter Benjamin “Tek Yönlü Yol” da “Kiralık yerler” başlığı altında söyle 
diyor.
Aptallar eleşitirinin yozlaşmasından yakınıyorlar. Çünkü günü çoktan geçti. 
Eleştiri, doğru mesafede durma işidir. Perspektif ve tasarıların bir önem 
taşıdığı, tavır almanın hala mümkün olduğu dünyada eleştiri de kendini 
evinde hissediyordu. Şimdi her şey insan toplumuna fazla abanıyor. 
Önyargısız masum bakış bir yalan, hatta bütün naif ifade tarzı saf bir 
beceriksizlik halini aldı. 

Bugün eşyanın yüreğine yönelen en gerçek, ticari bakış, reklamdır. 

Gözlemin hareket alanı ortadan kaldırıldı. Tıpkı sinema perdesinden dev gibi 
büyüyerek üzerimize gelen tehditkar araba gibi her şey burnumuza 
sokuluyor.

Sokaktaki adam için eşyayı ona böylesine yaklaştıran, onunla kararlı bir 
temas sağlayan sey paradır. 

Ve tablo Tüccarının teşhir salonunda resimleri yoklamakta olan ücretli 
eleştirmen, onları vitrinde syereden sanat severden daha iyi değilse de 
daha önemli şeyler bilir. Sanat severe hitap eden duygu kaynaklarını 
harekete geçiren şey son kertede nedir ? Yanıp sönen kırmızı neon 
işaretinin değil asfaltta onu yansıtan ateşten su birikintisinin söylediği sey.”

her yer kiralık, reklamlar gözün içine sokulanlar . benjaminin rahatsızlık 
duyduğu sey herhalde bu, beni de rahatsız ediyor. Şu masa projesi- all 
about lies gibi şeyler cok güzeller- hala aptallar gibi eleştirinin mümkün 
olduğuna innadırıyorlar.  

 


Keywords:kiralık yerler
Kategori: pis işler.
cevap ver  c   18/09/06
eleştiriyi iskiyim sana bişiy olmasın.

ürettikte, eleştirisi kaldı bi geriye. YAŞASIN YU ES EY
cevap ver  kazımkanat   19/09/06
eftaminakoftiden konuşuyosun.
Bu güzel adam hala tavır almanın manalı olabileceğini umud  ettiriyor. o 
kadar.
kısa boylu olduğunu  hissettiriyorsun sen de ama ne kadar kısa olduğunu 
anlayamıyorum. 
cevap ver  kazımkanat   19/09/06

“Angst” Üzerine Bir Not

Hasan Ünal Nalbantoğlu*

Kaynak: Anlama ve Yorum: Doğan Özlem Armağan Kitabı (60. yaşı anısına), 
Yay.  A. Kadir Çüçen, Hatice Nur Erkızan, Güçlü Ateşoğlu (İstanbul: İnkılâp 
Kitapevi, 2004): 283-296. [yayınlandıktan sonra bazı eklemelerle] 

Oldu mu septik 


Bundan bir süre önce yayınlanan bir kaç yazımda  ele aldığım konulardan 
biri de ‘sıkıntı’ olmuştu ve bekleneceği üzere, okumalarımda sürekli göze 
çarpan bir husus da, değişik tarihsel dönemlerde bu konuya ciddi eğilen 
tüm düşünürlerin insana özgü bu hali hep ‘zaman’ sorusuyla bağlıyor 
olmalarıydı. Ama ne tür bir zaman algısı, deneyimi ve kavramlaştırmasıyla? 
Bu bakımdan bir Seneca ve Cicero’yu bir Baudelaire’le ya da 
Schopenhauer’le aynı kefeye koyabilir miyiz? Hele zaman ve mekânın 
doğrusal ve tekdüze genelgeçer kavramlar olarak teknobilim tarafından 
hemen her şeye uygulandığı modern zamanlarda? Bu düşünürler arasında 
sözkonusu ilişkiyi en belirgin biçimde gündeme getirenin, sıkıntıyı 
(Langweile), kendi deyişiyle insan varlığının temel halleri, kökteki 
salınımları, titreşimleri (Grundstimmungen) arasında sayanın Heidegger 
olduğunu hepimiz biliyoruz. 

Konuyla ilgili önceki yazılarımda da belirttiğim gibi,  modern zamanlarda 
(Neuzeit) zamanın tüketilişi ve bu nedenle çağdaş bireylerin hiç 
zamanlarının olmadığından sürekli yakınmaları konusunda Heidegger’in bir 
1929-30 dersinde  kapsamlı bir tartışma yürüttüğü, buna bağlı olarak da 
çağdaş insanın zamanı tüketişi ile çağdaş Dasein’ın temel (kökteki) bir 
başka salınımı olan ‘sıkıntı’nın üç türü ve bunların her birinin zamanla olan 
ilişkisini örneklerle irdelediği göze çarpıyordu. Bu üç türü Heidegger şöyle 
sıfatlandırıyordu: 1. “bir şey[ler]in sıkıntı vermesi” ya da “yüzeyde 
cansıkıntısı” [das Gelangweiltwerden von etwas]; 2. “nedeni belirsiz 
sıkıntılanış,” ya da diyelim, “sinsi sıkıntı” [das Sichlangweilen bei etwas]; 
3. “derinde arısıkıntı” [die tiefe Langeweile als das »es ist einem 
langweilig« Aslında derine birden inmek, dibe vurmak için içinden sırayla 
geçilmesi asla gerekmeyen bu türlerin ilk ikisi sanki, daha temel ve bir sis 
gibi çağdaş özneyi dışardan saran üçüncünün sanki bir türevi, belirtisi gibi 
ele alınmaktaydı. Bir yerde de yazdığım gibi, modern insan zaman geçirir, 
harcar, tüketirken, farklı cansıkıntısı kiplerinde boğuşmakta, seyrek olarak 
içinde arı bir kayıtsızlığa düşülen ve Heidegger’in çağdaş Dasein’ın temel, 
hakiki salınımlarından tek değil, ama biri olarak nitelediği, en 
derindeki “hakiki (arı)sıkıntı” (Die eigentliche Langeweile) içine 
çekilivermekteydi birden. Küçük bir ayrıntı verecek olursak, “derindeki 
sıkıntı” [Die tiefe Langeweile] dediği işte bu “hakiki, asıl sıkıntı”ydı ve 
yakalanıldığında kişinin olan, ama hiçbir şekilde onun istenciyle ortaya 
çıkmayan bu asıl sıkıntı, kısmen öznel, ama büyük ölçüde de nesnel, renksiz 
ve kokusuz, görünmeyen, hissedilmeyen bir bulut gibiydi. Aynı noktanın 
daha önce de Heidegger tarafından vurgulanmış olması, bu köksalınımın 
öneminin altını yeterince çizmektedir.  

Peki ama Heidegger’in gözünde insandaki sıradan duygulardan (Die 
Gefühle), ruh halleri, duyumsayışlar, uyarlanışlardan (Die Stimmungen) 
daha önemli olan, onun insandaki Da-sein’a özgü saydığı öteki temel ruh 
halleri, temelduyular, köksalınımlar (Die Grundstimmungen) neler? Hatta, 
fazla hesaplamacı sayılmayacaksa, kaç tane bunlar? Akla takılan bu soruya 
Heidegger pek bir açıklık getirmiyor. 
Bu köksalınımlar arasında biri var ki, özellikle zihnimizi kurcalıyor: o da 
Angst. Türkçe’de bu sözcüğe çeşitli karşılıklar önerilmiş olmakla birlikte 
(havf,  tasa, endişe, kaygı),  hemen hiçbirinin sözcüğün Almanca’da imlediği 
öznellik-dışı anlamını tam verebildiğini sanmıyorum. Heidegger’in Angst 
üzerine ilk önemli tartışması Varlık ve Zaman’ın (1927) 40. kısmında yer 
almaktadır.  Heidegger, gündelik yaşamda gerçekten kendini 
kurabilme, ‘Ben’ (Ich) diyebilme şansı gitgide elinden alınanan, ve yalnızca 
kalabalıktaki ‘biri’ (Man) olmasına izin verilen insanın bir düşüş (Verfallen) 
sergilediğini, işevuruk, yarar sağlayıcı şeyler (Zuhandene) başta gelmek 
üzere, şu ya da bu var-olana (Seiend) ya da hakiki olmaktan uzak bir 
biçimde kendi ‘ego’suna tutunmaya çalıştığını, ve bu kaçış nedeniyle de, 
neyin ne olduğu hakkında kararlılık (die Entschlossenheit) sergileyen, 
sahih, hakiki bir karşılaşma yaşama şansını büyük ölçüde yitirdiğini 
yazıyordu. Bu durumda ancak ender zamanlarda ve çok kısa sürelerde 
belirli temel ruh durumlarının, köktesalınımların (Die Grundstimmungen) 
insanı ‘Hiçlik’ (Das Nichts) ile yüzyüze bırakmak suretiyle, şeylerin tüm 
dünyasını (Welt), var-olanların tümünü (die Seiende im Ganzen), 
yani ‘Varlık’ (Das Sein) sorusunu yeniden düşünme olanağı sağladığına 
dikkatleri çekiyordu Heidegger. Burada, Hans-Georg Gadamer’in haklı 
saptamasıyla, Heidegger’in Angst tartışmasında, onun insan Dasein’ını (Das 
Dasein des Menschen) tümüyle olumsuz düşünmesi rol oynamış 
değildir. “Esas doğru olan,” diye yazmaktadır Gadamer, “Varlık ve Hiçliğin 
anlamının ne olduğu sorusunun yepyeni bir biçimde görünmesine yol açan 
şey, onların [temel ruhhalinin, temel bulunumunun (Die Befindlichkeit)] 
Angst yüklü bir temelduruş (Angstbefindlichkeit des Menschen) olmasıdır. 
Budur Heidegger’in felsefi çıkış noktası ve Angst’a öylesine derinlik ve 
olağanüstü rezonansını veren. İşte, Heidegger bu anlamda Angst’ı insan 
Dasein’ının temel ruhhali (Grundbefindlichkeit des Daseins) olarak 
sunmaktadır.”  Sonradan Was ist Metaphysik? (1929) konuşmasında daha 
da inceltip, daha uygun bulduğu deyişlerle zenginleştireceği tartışmanın bu 
aşamasında, Heidegger amacının “yapısal [bir] bütüne özgü tümün 
varlığına” (zum Sein der Ganzheit der Strukturganzen) yöneldiğini 
açıklamaktadır ki,  sonradan bunu “var-olanların tümü” (Die Seiende im 
Ganzen) olarak nitelendirecektir. 

Bu konuda Varlık ve Zaman (1927) ile Metafizik Nedir? (1929)in tek 
başlarına ve birbirleri karşısında iç örgülerini ince ayrıntılarıyla tartışmayı 
olası bir başka yazıya bırakarak önce, ‘endişe/tasa’yı (Die Angst) sadece 
birey öznelliğinden kaynaklı ‘endişelilik/tasalılık’ (Die Angstlichkeit) diye 
basitçe nesneleştiren indirgemecilikler karşısında, Heidegger’in sonradan 
Angst’ın bazı temel özelliklerini ve insan Da-Sein’ında oynadığı temel işlevi 
nasıl ele aldığına kısaca değinelim 

Bir kere, Was ist Metaphysik? (1929) konuşmasında da bu köksalınımın 
(Grundstimmung), Angst’ın biraz daha ayrıntılı ele alındığı göze çarpıyor. 
Aynı konuşmada ‘sıkıntı’dan da söz edilmekle birlikte, esas ön plana çıkan 
bu köksalınım, yani Angst’dır. Angst yaşamın ender, seyrek anlarında hiç bir 
panik yaratmaksızın hatta belli bir huzurla birden geliverir. Ender gelir, ama 
hiç de rastlantı sayılmayacak bir nedenle geliştir bu. O, sıradan bir ‘duygu’ 
(ein Gefühl) değildir ve onunla karıştırılmamalıdır; çünkü Da-sein’ımızın 
zemininde, toprağındaki temel akort’un ‘affective’ halin, (d)uyarlığın, 
bulunuşun (Die Befindlichkeit der Stimmung), o zemindeki temel işleyiş ve 
olagelenin (Das Grundgeschehen unseres Da-seins) bir 
parçasıdır. ‘Korku’dan (Die Furcht) farklıdır. Korku ise her zaman bir şeyden 
bir şekilde duyulan korkudur; üstümüze sık ve çabuk gelen bir ruh halidir 
[eine Stimmung]. ‘Korku’da olanın tersine, Angst dengemizi yitirtmez. Bir 
şeyden dolayı endişeliyizdir, ama neden ötürü ve ne hakkındadır bu 
huzursuzluk, bu endişe, belirsizdir; üzerine parmak basamayız. ‘Şu şudur’ 
(»Ist«-sagen) demenin bittiği, dilin susakaldığı, kaynağı belirsiz 
bir ‘tekinsizliğin’ (Die Unheimlichkeit) kişiyi kaplayıverdiği bir andır bu. 
Belirsizlik bizim tanımlayamayışımızla ilgili bir sorun olmayıp, Angst’ın 
özünde, olagelişindedir. Bu nedensiz Angst bir an için bile olsa, Hiçlik (Das 
Nichts) içine itilmemizin ve orada sallantıda, asılı kalmamızın yolunu açar. 
Sonuçta Angst’ın açığa çıkardığı nedir? Hakiki, katışıksız, bütün çıplaklığıyla 
Hiçlik (Das Nichts) hiç kuşkusuz; Heidegger’in sözcükleriyle: »Die Angst 
offenbart das Nichts«.  Belki yaşamın temelinde de bu vardır. Çünkü 
Heidegger’in de, kitabı üzerine sonradan ‘özgürlük’le ilgili çok önemli bir 
ders (1936 yaz yarıyılı) gerçekleştireceği, Schelling’den dolaylı bir alıntıda 
bulunacak olursak: “yaşamın endişesi, yaratığı [Die Kreatur] kendi 
merkezinin dışına sürükler.” 

Yaşanan bu özgünolay (Das Ereignis), yani kaynağında hiçleşme (Die 
Nichtung) olan Hiçlik bizi sonuçta hep kaçtığımız Da-sein’ımızla yüzyüze 
bırakır, bizi ona dönüştürür. Hiçlik’in kaynaktan gelen bu açılışı içine 
yuvarlanarak, boşlukta bir an için asılı kalmasaydık, kendimiz dahil 
uzaklaşan, uzaklaşırken de yüzünü bize dönen ‘tüm var-olanlar’ (Die 
Seiende im Ganzen) ortasında, tam da bizdeki Da-sein’ın uçurumunda (Der 
Abgrund) bu anlık, berrak gece uçuşu olmasaydı, ne ‘kendivarlığımız’ (Das 
Selbstsein) olurdu, ne de ‘özgürlük (Die Freiheit).’  Modern çağın (Das 
moderne Weltalter) insanı ise ‘kendi’ni bu gibi bir durumu yaşayarak 
kurmak yerine, ‘herhangi biri’ (man) olmanın kolay anonimliğine 
özgü ‘düşüş’ (Verfallen) içinde yaşamayı seçmiştir. Aslında bu bir seçiş bile 
sayılamaz. Batı metafiziği’nin ve onu belirleyen ‘varlık’ sorusunun 
çağımızdaki ‘yazgıdüzeneği’dir (Das Geschick) bu durumu ortaya çıkaran.    

Şimdilik daha fazla ayrıntıya inmeden, Was ist Metaphysik? metninde 
Heidegger’in ‘endişe/tasa’ ile ‘sıkıntı’ arasında ne gibi bir ilişki düşünmüş 
olabileceği hakkında kafama takılan bir iki soruyu paylaşmalıyım. Biliyoruz 
ki, kendi de bir “var-olan” (das Seiende; (ama özel bir türü=Da-sein) 
dememiz gereken insan tüm parçalılığına rağmen gündelik yaşamında, 
kendisinin de var-olan sıfatıyla aralarında yer aldığı ‘var-olanların tümü’ (Die 
Seiende im Ganzen) içindeki şu ya da bu var-olanla sürekli haşır neşirdir. 
Yukarıda özetlediğim gibi, Angst’ın bizi tanıştırıp içine itiverdiği Hiçlik’i 
yaşadıktan sonraki anda bana “Neden var-olanlar var da, Hiçlik hiçmiyor.” 
[»Warum ist überhaupt Seiendes und nicht vielmehr Nichts?«]  sorusunu 
sordurtan şey de Hiçlik’in öbür yüzü yani Varlık’dan (Das Sein) başka bir 
şey olmayan bu bütündür (Die Seiende im Ganzen). Heidegger bu ‘bütün’le 
ortasında tanışmamızın farklı koşulları arasında, bir şeylerle ve hatta 
kendimizle hiç uğraşmadığımız anda geliveren ve şu ya da bu kitaptan ya 
da radyo programından sıkılmaya hiç benzemeyen ‘gerçek sıkıntı’ (‘Sıkıntı 
bastırdı’: »Es ist einem langweilig«) durumunu sayıyor ki, ‘tüm’ ile yüzyüze 
kalıp yukarıdaki soruyu içimizden sormamıza yol açan durumlar sadece 
Dasein’ın uçurumlarını ileri geri giden bir sis gibi kaplayan bu tür sıkıntıya 
özgü, her şey karşısında tamkayıtsızlıkla sınırlı değil. 
Bazı ‘arısevinç,’ ‘mutluluk’ durumları da bizi Die Seiende im Ganzen ile 
yüzyüze getirtebiliyor Heidegger’e göre. 

Başta ‘sıkıntı’yla ilgili değinmiş olduğum 1929-30 dersinde göze çarpan 
başlıca ilginç değişiklik ise, nerdeyse bir yıl içinde onun yankı yaratan 
bitmemiş Sein und Zeit’da (1927), ardından da Was ist Metaphysik? (1929) 
konuşmasında temel bir uyarlanış, bir köksalınım (Grundstimmung) olarak 
öne çıkardığı Angst yerine nerdeyse tümüyle “sıkıntı”nın (Langeweile) 
geçmiş görünmesidir. Bu değişikliği, Heidegger’in Angst’a ilişkin tüm 
uyarısına rağmen, bu kavramın başkalarınca onun hiç de istemediği biçimde 
hâlâ ‘ruhsal’ bir duruma, Angstlichkeit’a indirgenişi karşısındaki haklı 
tepkisinin bir diğer yüzü diye de görebiliriz. Heidegger’in Varlık ve 
Zaman’daki tüm çabasının tam tersine, bu eserin bir felsefi antropoloji 
abidesine döndürülüşü yanında bir de kitapta işlenen görüngülerin 
psikolojikleştirilmesi, bunun doğal bir uzantısı olarak Angst’ın da bu 
saptırmadan payını alması; örneğin, psikoanalizciler dahil birçoklarınca salt 
psikolojik bir olguymuşçasına dar disiplin kafalılığa özgü indirgemeciliğe 
kurban edilerek, Angstlichkeit olarak nitelenişi karşısında duyduğu 
rahatsızlık akla getirildiğinde, bu durum anlaşılabilir.  Çağımızın 
anonimleşen ‘psikolojikleş(tiril)miş birey’inin içdünyasına hapsedilemeyecek 
denli önemli, ama onu ‘Hiçlik’le (Das Nichts) yüzleştirecek denli güçlü bir 
belirsizlik hâlini ifade etmek için kullanılan ve ‘korku’yla bakışan ama ondan 
da temelden farklı bu görüngü (Phänomen) ve kavramın, kendileri de 
düşünme yitimine maruz bırakılan ‘uzmanlar’ca psikolojik bir kavrama 
dönüştürülmesi bir yoksullaşmanın da göstergesi. Türkçemizde de bu 
sözcüğün uzmanlarca ‘birey’ merkezli ve ağırlıkla Amerikanca düşünülüp, 
çevrilerek, Fransızca ses tonuyla yazılması (angziyete) aynı sürecin yerel bir 
örneği.

Gene de Angst Heidegger’in tartışma gündeminden tümüyle silinmiyor.  
Heidegger’in Angst sözcüğünü seyrek de olsa, sonraları, örneğin »Die 
Überwindung der Metaphysik« başlıklı 1938/39 tarihli önçalışmasında, 
ardından Was ist Metaphysik?’in Sonsöz’ü [Nachwort zu »Was ist 
Metaphysik?«] olarak bilinen 1943 tarihli yazısında, ardından da aynı esere 
bu kez geç bir Önsöz olarak ve “Metafiziğin Dipzeminine Geri Düşüş” 
altbaşlığıyla [Einleitung zu »Was ist Metaphysik?«:Der Rückgang in den 
Grund der Metaphysik] 1949 yılında eklediği yazıda hâlâ kullanıyor olması, 
belki de kendisinin bu sözcüğü tümüyle terketmek istemeyişinin işareti 
sayılmalıdır.  Son olarak da, İsviçre’de kitabı Varlık ve Zaman üzerinden 
nerdeyse bir Daseinanalyse ekolü başlatan Ludwig Binswanger’in izindeki 
doktorların çağrısını kabul ederek, küçük bir grupla yıllar boyu sürdürdüğü 
seminerlerde Heidegger bir kez daha Angst konusuna dönüyor.  Benim de 
amacım, Angst’la ilgili bu son noktayı biraz ayrıntısıyla irdeleyerek soruyu 
şimdilik ucu açık bırakmaktan ibaret.

Heidegger 10 Mart 1965’de kendisini ve seminer grubunu yıllardır ağırlayan 
Medard Boss’un evinde ‘Zaman’ (Die Zeit) konusunu işlemeyi sürdürürken, 
şöyle bir girizgâhtan geçiyor:

Örneğin, ‘Yarın bir yürüyüş için zamanınız var mı?’ ya da ‘Şu anda vaktiniz 
var mı?’ diye sorduğumuzda, buradaki zamana sahip olmanın anlamı nedir? 
Bu, kullansak da kullanmasak da, otursak da oturmasak da bir araba ya da 
ev sahibi olmaya benzemez. Benzer şekilde, bugün havanın iyi olduğunu 
yani iyi hava koşullarına sahip olduğumuzu ifade ettiğimizde de, havanın 
bizden, Dasein’ımıza ait, gene de ondan ayrı oluşundan da farklıdır zamanı 
sahiplenişimiz. “Zamanımız olması bir eylem değildir. Özel olarak yaptığımız 
bir şey yoktur. Gene de bu sahiplenişe katılmaktayızdır.”  Zaman 
etkilenmez bu sahiplenişten; ama olan ya da olmayan zamanın takvime 
konulması ve bölünmesi bir şeyler değiştirir. Örneğin, ‘Şimdi (Jetzt) 
zamanım var [ya da yok]’ denildiğinde, kendiliğinden bir edim, bizden gelen 
bir şey var ama bu ‘şimdi’yi etkilemez de, değiştirmez de. Sadece şimdi 
zamanım vardır ya da yoktur. Bu durum ‘şimdi’lerin akışından bir şey 
eksiltmez; saat ve takvimden okunan, gündeliğe ait ‘şimdi’ bizim zamanla 
olan ilişkimize ve bu ilişkinin nasıl olduğuna aitdir. Bu tür zamanın daha 
önce tartıştığı dört özelliğini Heidegger bu noktada yeniden hatırlatır: 1. 
önemli oluşu (deutsam); 2. tarihlendirilebilmesi (datiert); 3. uzayıp 
yayılabilmesi (geweitet); 4. ortada, kamusal oluşu (öffentlich). ‘Şimdi’ 
dediğimde, özel bir dikkat harcamaksızın, sadece bu dört niteliği söylemiş 
olmaktayımdır. Bu birinci tür ‘zaman’dır. İkinci tür zaman ise ‘şimdi’leri 
sıralanışı ve birbirini izleyişidir (Jetztfolge).

Ama ‘zaman’ın Angst ile ilgisi ne olabilir? Bunlar ilişkili midir?

Diyelim ki, birisi ‘Endişe içindeyim [Endişeliyim]’ (Ich habe Angst) dedi. 
Angst’la ilişkisi mülkü olan araba ya da mülk edinemeyeceği atmosferik 
koşullarla aynı şey midir? Bir kent ile ora sâkinlerinin birbirinden ayrı şeyler 
olması ama gene de birbirine aidiyeti 
gibi bir şeyden de farklıdır bu durum. 

Öyle görünüyor ki, bir ev gibi sahiplenilemeyen zaman ‘endişede’ olmaktan 
(Angsthaben) da farklıdır. Çünkü zaman ne bir duygudur (kein Gefühl) ne 
dünyayla olan uyarlık ve titreşim (keine Stimmung) ne de böyle uyarlık 
gösteren ruhsal bir durumdur (keine Gestimmtheit), ‘zaman’la aralarında 
kendilerine özgü bir ilişki bulunsa bile. Burada Heidegger sözcük 
anlamı ‘uzun aralık’ olan »Langweile«, yani ‘sıkıntı’yı örnek getirir. Böyle bir 
görüngüden (ein Phänomen) söz edildiğinde de onun fenomenolojik 
yorumuna (eine phänomenologische Auslegung der Langweile) girmek 
gerekecektir. Ama ‘zamanı olma ya da olmama’yı (Das Haben von Zeit) 
kolaylıkla yanlış yorumlayarak, bir yanda ‘zaman’ diye bir şeyin, öte yanda 
da zamanla alâkasız ‘sahip olmak’ (ein Haben) diye bir şeyin bulunduğunu 
sanabiliriz. Aslında öyle değil; bir yığın şeye sahip olabileceğimiz gibi, bize 
ait olduğunda bizi anında etkileyen fiziki ve/ya da ruhsal durumlar da söz 
konusudur burada.

Diyelim ki kolumuz kırık, kulağımız uğulduyor, endişe, tasa bürümüş beni, 
bu ayrı durumların her birinde ‘neyimiz varsa’ ona göre farklı bir ontolojik 
bulunum, ruh durumu (Die Befindlichkeit) içinde olsak da, temelde aynı 
şeyden söz ediyoruz diyebilir miyiz?

Heidegger, bunun yanlış olduğunu, bu yanlışı göstermek için de Angst’a 
daha yakından bakmamız gerektiğini ileri sürüyor.

Endişedeyim (Ich habe Angst) dediğimde, tehdit eden ya da öyle sandığım, 
ama ne olduğunu söyleyemeyeceğim belirsiz bir şey karşısında endişe 
içindeyimdir (Ich lebe in der Angst vor Bedrohlichem). Daha açık 
söylersek, ‘endişeliyim, endişeleniyorum’ diyorum, ama beni endişelendiren 
kendim değilim; bir şey üstüme geliyor, beni sarıyor, endişelendiriyor beni; 
tasaya, endişeye bürünüyorum istencim dışında. ‘hasta ettin beni!’ ya 
da ‘Senin yüzünden evham sahibi oldum!’ türünden, endişemin, tasamın 
müsebbibi göstereceğim biri de yok ortada. Zaten Heidegger bir Angst’, 
hatta bir ‘korku’nun [Furcht] bile ‘nesne’ [Gegenstand] olmadığına, bu 
ikisinin en fazla temalaştırılabileceğine de dikkatleri çekmektedir. 

Peki, bu tasalı olmada sahiplenilen şey nedir? Araba, hava, zaman gibi mi, 
yoksa apayrı mı bu benim olan şey? Burada sahip olmanın, ‘benim’ oluşun 
bizzat kendisi endişe yüklü (angstvoll) ve endişe de tam da bu sahiplenişin 
içinde oturuyor, diyebilir miyiz? Ya da bir başka deyişle, ‘Sahibi olmak’ bir 
endişe durumu içinde kendini buluvermek midir? 

Heidegger’in buna cevabı: ‘Hayır. Bu içinde kendisini buluvermek durumu 
bizzat endişenin kendisidir’ (Nein, die Angst ist selber dieses Sichbefinden). 

Angst üzerine bu ön açıklama ne gösteriyor bizlere? Sahip oluş (Bir şeyi 
olma, “Neyi var onun, endişeli mi?” sorusundaki gibi) bu durumda bizde 
olana karşı bir kayıtsızlık sergilemez. Olsa olsa sahip olunduğu sanılan 
(genannte Gehabte) karşısında bir kayıtsızlık söz konusudur burada. 
Kısacası endişe sahip olunan değil, sahip olma sürecinin kendisidir (.., die 
Angst, gerade nicht das Gehabte, sondern eigentlich das Haben selbst ist). 
Birinin sahibi olacağı bir ‘endişe’den söz edilemez; buradaki sahip oluş 
sadece şu ya da bu durumda, ruh halinde kendini bulmadan (sich so und 
so Befinden) ibaret olup, örneğimizde de bu varoluşsal-ontolojik bulunum 
(Die Befindlichkeit) ‘endişe’dir. ‘Endişe’ sadece kendimizi nasılsa öyle 
buluverdiğimiz alanda yer alan temel bir ‘bulunumdur’ ve kendi 
özgezamanıyla gelen bir uyarlanmışlık hali (als jeweilige Gestimmtheit) 
olarak da yorumlanabilir.  

Ama tam da bu noktada Heidegger -belki de bile bile- bazı soruları 
tartışmaya açık bırakarak gene ‘zaman’ sorusunu düşünmeye dönüyor. 
Ama bu arada sanki artık yeterince açık olduğunu düşündüğü bir ipucu da 
vermeden ‘zaman’ konusuna dönmüyor. Kendisinin nerdeyse retorik olarak 
sorup yanıtını aramayı başkalarına bıraktığı sorular şunlar: ‘havaya, ruh 
haline, ‘mood’a giriş (das Stimmen) ile ‘uyarlanış’ı (das Bestimmen) nasıl 
düşünmek gerekir? Bu açık bir soru. Ontolojik ‘bulunum’ (Die Befindlichkeit) 
nereye aitdir? Bu soru da tartışmaya açıktır. Peki, ontolojik ‘bulunum’ (Die 
Befindlichkeit) tartışılan görüngüyü (Das Phänomen) doğru açıklamaya en 
uygun kavram mıdır? Bu da açık bir soru.

Heidegger’in ‘zaman’ı tartışıyoruz derken, Angst (ve bu arada belki de 
zamanla özgül bir ilişki içeren ‘sıkıntı’) hakkında yaptığı saptamaya, bıraktığı 
ipucuna gelince...

Kısacası, ‘endişedelik’ sorusunu ‘zamanı olup olmamakla’ ya da ‘zaman’ın 
bizi sahiplenişiyle öyle kolayca bağlayamayız. Çünkü, ‘zaman,’ Angst’tan 
tümüyle farklı olarak, ne bir ‘ruh hali’dir (Die Stimmung) ne de ‘uyarlanmışlık’ 
(Die Gestimmtheit). Bu nedenle, örneğin birinin ‘zamansal uyarlandığı’nı 
(zeitlich gestimmt) söylemek, açıkça anlamsız bir deyişten öteye gidemez.  
Bu nedenle de, endişesi olmak gibi bir görüngünün özelliklerini zamanı 
olmak gibi bir görüngüye uygulayamayız. Bizi etkisi altına alan görüngüler 
aynı ya da benzer biçimde ifade ediliyor (Die gleiche Redeweise) olsa bile, 
her görüngü kendi biricik özellikleriyle (örn. Angst) ayrı düşünülmeli ve 
açımlanmalıdır, ama bu açımlama bir başkasının (örn. ‘zaman’) oluşumunu 
açıklamada kullanılmamalıdır. Yoksa fenomenolojik yorumun temel kuralını 
(die Grundregel der phänomenologischen Interpretation) ihlâl etmiş oluruz. 
Fenomenolojik yorumda ne sonuçlara ulaşmak derdi vardır ne de diyalektik 
dolayımlara izin verilir; tek önemli şey, onun kendisini açmasına izin veren, 
görüngüyü anlamaya açık bir düşünsel bakıştır (»Es gilt nur, den 
denkenden Blick auf das Phänomen offen zu halten.«).

Heidegger, ‘zamanı olma’yı (Zeithaben) ‘duyardüşünüm’ümüze (Die 
Besinnung) çekebilmek için, ‘endişede/endişesi olma’nın (Angsthaben) 
açımlamasına (Die Erläuterung) bile bile öncelik verdiğini belirterek, bunu 
hangi amaçla yaptığını açıklıyor: ‘bir şeyi olması’ gibi herkese ilk bakışta 
bildik ve tanış gelen bir şeyin, sahip olunanın değiştiği her ayrı durumda ne 
denli ilginç ve yabancı (wie seltsam und befremdlich) görünebildiğini 
örneklemek için. Ardından, ‘zaman’ın tartışmasına geri dönüyor.

Angst’ı araya sokan bu örnekleyiş doyurucu mu, bilmem; ama bu ara 
tartışmadan, Angst hakkında öğrenilen ek bir şey daha var gibi. O da, az 
yukarıda fenomenolojinin temel kuralı, metodolojik gözetmelerinden dem 
vururken, Heidegger’in şu ifadeyi araya sıkıştırması:

“...‘endişe,’zamanın sürekli ve kaçınılmaz olarak üstümüze geldiği gibi her 
daim gelmez insanın üstüne.” 

Bu durumda, en azından üç şey önem kazanıyor: birincisi, ‘zaman’ın, 
Angst’gibi bir ‘ruh hali’ (Die Stimmung) ve de ‘uyarlanmışlık’ (Die 
Gestimmtheit) olmadığı; ikincisi ise, Angst’ın, ‘yabancı’ görüp de 
yüzleşmekten sürekli kaçtığımız bizdeki Da-sein’la ille de tanışmamıza vesile 
olacak diye modern uykumuzu bölmek üzere her zaman yanıbaşımızda 
durmadığı; üçüncüsü ise, Da-sein’ın pek seyrek olarak zeminindeki 
uykusundan kalkıp gelerek bizi gönderiverdiği Hiçliğin aydınlık gecesinden 
(In der hellen Nacht des Nichts der Angst ) döndüğümüzde bizim ne 
yapacağımız. Kendivarlığımızı ve özgürlüğümüzü cesaretle yeniden kurup 
değerini mi vereceğiz, yoksa ‘bir karabasandı, neyse ki geçti’ mi diyeceğiz?

İşte bütün mesele.

10 Ekim 2005 - ODTÜ-Ankara

cevap ver  c   19/09/06
sen tavır al ben kola alacağım, "eftaminakoftiden" konuşmayanların
konuşmaktan başka bir şey yapmadıklarını bildiğimden belki ne
zaman böyle yazan, konuşan insanlar duysam, görsem civcivleri çağırıyorum

"tavır almanın manalı olabileceği umudu"! sen ölmüşsün arkadaşım, tavrı
olan ne mana arıyor zaten, ne de umut.

kısa değilim
cevap ver  kazımkanat   19/09/06
kesin kısasın 
kabul et 
1.70 nin üzerinde olamazsın 
cevap ver  bengue   19/09/06
heidegger? civciv?
cevap ver  c   19/09/06
neredeyse 1 metreyim.
cevap ver  kazımkanat   19/09/06
ufak at da civcivler de yesini çağrıştırıyor gibi geldi bana 
haklı da ne biçm bir cümle kurmuşum öyle "umud ettiriyo" felan

Ayrıca saçların hafif önden seyreldiğinden de süpheleniyorum.
kısa boylu insanlar sinirlenince cok komik oluyolar
kot pantol tişört falan cocuk gibi   
cevap ver  kazımkanat   19/09/06
gerçekten boyun kaç merak ettim 
cevap ver  pocus   19/09/06



    minik bişey c'ye
cevap ver  kazımkanat   19/09/06
hadi c haddimi bildir.
bu gece son, sana ayırdım-ondan sonra çıkıyorum burdan 
cevap ver  chaylaq   19/09/06
hadi çocuklar odanızda halledin meselenizi, gürültü olmaya başladı artık...

http://www.canavarlar.com/amavarlar/sorudetay.asp?name=10843
cevap ver  atifakin02   20/09/06
ilk ortay atilan savin etrafinda muhim bi tartisma bence cumartesi gunku...

*Alternatif Pratikleri Sorgulamak*
**
*Duzenleyenler: Anton Vidokle ve Pelin Tan
Katilanlar: Maria Lind, Martha Rosler, Pelin Tan, Bikvanderpol, Anton
Vidokle, Haris Pelapaisiotis*

23 Eylül Cumartesi, Platform
15:00 Giris: Pelin Tan ve Anton Vidokle
16:00 Maria Lind (Avrupa Kultur Politikalar? ve Oz-orgutlenme)
16:30 Martha Rosler (NEA [National Endowment for the Arts] Dönemi
Sonras?nda Kuzey Amerika'da Sanatç?lar?n Islettigi veya Katildigi
Alternatif Mekanlar) 17:00 Bikvanderpol (Bat? Avrupa'da Sanatcilar?n
Orgutledigi Mekanlar ve Rotterdam 2001 Avrupa Kultur Baskenti Sorunsal?)
17:30 Haris Pelapaisiotis Grubu (Avrupa'n?n Kenarinda Sanatci
Girisimleri) 18:00 Kahve Arasi
18:30 - 19:30 Odakli Calisma ve Tartisma

19:45 Apartman Projesi Ziyareti

24 Eylül Pazar
10:00 Pist'te Sunum: Sanatci Girisimleri Pist ve K2
13:00 Yemek Aras?
14:00 BAS'ta Sunum
16:00 Kapanis Toplant?s?

Pelin Tan ve Anton Vidokle, alternatif guncel sanat pratikleri olan,
sanatcilar?n islettigi mekanlari ve sanatci kolektiflerini sorgulayan, 3
bolumden olusan bir atolye calismasi duzenliyor. Sanatci girisimlerinin,
kamusal kultur kurumlar?n?n gelisiminde can alici onemi olmustur.
Gustave Courbet'nin sergilerinden beri, sanatci mekanlari, merkezleri ve
kolektifleri gibi giri?imler, tarihsel olarak kurumsal ve devlet onayl?
kurumlara kar?? ele?tirel bir alternatif olusturmu?tur. Bu tur kucuk
kisisel girisim modelleri, boyutlarinin cok otesinde kulturel gelisime
katkida bulunmus ve etkili olmustur. Bununla birlikte, sanatci girisimi
pratikleri ve modellerini bicimleyen yeni kurumsallasma ve devlet kultur
politikalar?n?n etkiledi?i isbirligi tarzlari (AB-ornegi Avrupa Kultur
Baskentleri projesi) gibi guncel olgular da goz onune alinmalidir.
Bunlarin yani sira batili ve batili olmayan kentlerdeki piyasa
dinamikleri, kamusal ve kentsel alanlarin h?zla ozellestirilmesi,
sanatci mekanlarinin siklikla kentsel, kurumsal ve kulturel
normallestirme yolunda aracsallastirilmasi da degerlendirilmelidir. Bu
atolye calismasinda, sanatci girisimlerinin guncel durumlar?
incelenecek, olasi yeni modelleri ve yapilar? tart?silacaktir.

Tartismalar 3 kentte yapilacak, her oturumda secilen bolgeyle ilgili
basliklara deginilecektir. Ilk toplanti Eylul 2006'da Istanbul'da
gerceklestirilecek ve baz? ana baglamsal konular ele alinacaktir. Bu
kapsamda, kuresellesme caginda sanatcilar?n giristigi projelerin
cazibesiyle, Turkiye'nin Avrupa Birli?i'ne giris surecinde ?stanbul'un
gecirdigi ani ve genis kapsaml? degisime deginilecektir. Ikinci oturum,
Kasim ayinda Berlin'de gerceklestirilecektir. Kent, yakin gecmiste
esasl? bir degi?ime ve birlesmeye maruz kalmi?tir. Bu ortamda gorsel
kultur uretimi 30'u a?skin sanatci girisiminden beslenmistir. Son oturum
ise Ocak 2007'de Lefkose'de gerceklestirilecektir. Bolunmus bir kent
olarak Lefkose, neredeyse bu tur girisimlerden tumuyle yoksundur.
Projenin buradaki amaci, alternatif kultur kurumlari icin farkli
modeller sunmaktir.

Toplantilarda konusulanlarin ve konusmacilara ait bilgilerin yer aldigi
bir kitap, 2007 y?l? icinde haz?rlanacaktir.

http://platformgarantienglish.blogspot.com/2006/09/alternatif-pratikleri-
sorgulamak.html




-- 
www.tanpelin.blogspot.com
cevap ver  c   20/09/06
herhangi biri bu forumda yapıştırılan metinleri baştan sona okursa lütfen
bana adresini yollasın bir tepsi baklava ve 10 kitap yollayacağım ona.

canavarlar'ın journal'a çevrilmesi için kampanya başlatıyorum. vidyolarda yasaklansın zaten.

"forum"un türkçesini bulana da sakız alcam.
cevap ver  bengue   21/09/06
forum: 
 Eski Roma' da pazar meydanı
 Eski Roma' lıların kamu işlerini görüştükleri yer, meydan
 Bugünkü anlamıyla, sorunların görüşülerek karara bağlandığı toplantı
 forum

ama istenirse onun yerine symposium da yapılabilinir.

symposium:

 eski Yunanistan' da yapılan içki alemi
 belli bir konuda düzenlenen oturum, seminer
 sempozyum
cevap ver  fishilse   21/09/06
ya bu arada cidden şu vidyolar
 ooff heryer vidyo !!!
cevap ver  selin   21/09/06
ya evet ben de cok
sıkıldım acip acip video
gormekten

alpeeerr

butun bu videolari
www.videomideo.com'a
yonlendirmemizin bi
olanagi var midir acepp???
cevap ver  c   21/09/06
oturum diyince çok ciddi
oluyor
oturacaklar da çaylarını,
kahvelerini içecekler de
o hooooooo
cevap ver  fishilse   21/09/06
oturumda yüzyüzelik olması gerekio gibi
cevap ver  chaylaq   21/09/06
oturum kötürüm gibi

daha canlı bişey olması lazım
cevap ver  c   21/09/06
kalkışım, konuşum, ötüşüm (hem civcivleri de geri çağırıyor bu

online community: çevrimiçi topluluğu :P
camayazım
havayazıları (yaşasın wifi)
telüstü civcivleri
teldentele
telleşim
tellal kongresi (ankara 50. ulusal...

çevişim
çevrişim
cevap ver  atifakin02   22/09/06
http://www.canavarlar.com/amavarlar/sorudetay.asp?name=10152&title=canavarlar


boşlukları doldurun


bunlara da göz atabilirsiniz:

otarafa: minyatür bebekler butarafa: Robert Musil

iletişim - şikayet - kullanıcı sözleşmesi - gizlilik şartları