otarafa: The Revolters İş Bankası İşte Genç Röportajı butarafa: Zig Zag@Hafriyat Karakoy 10 Ekim 
The Revolters @ Reset Magazine Röportajı

cevap ver  revolters   27/09/08

the revolters reset magazine röportajı









 
The Revolters – Röportajı


Merhabalar. Yurdumuzda hala tam oturmayan “sahne” oluşumuna en 
büyük katkı sağlayan ve henüz oluşumunu tamamlamamış bu hususta hem 
en başlarda boy gösteren hem de bir o kadar iyi işler çıkartan önemli bir 
grubumuzla bu hafta karşınızdayız; The Revolters. Hani bir kanı vardır ya, 
iyidir, hoştur, güzeldir diye gider ama aradan sıyrılamaz... Bizim ülke 
sahnemizin de problemi bu, popülasyonu yeterli olmadığından arada 
Revolters ve benzeri isimler parlayıp, ışıldayamıyor. En azından bu benim 
gözlemim tabii. İşte, Revolters da tam bu bahsettiklerimden biri. 2006’da 
bir cover grubu olarak kurulan grup o günden bu yana güzel bir yol katetti. 
En ilginci; cover olaylarından vazgeçip, besteleri üzerine odaklaşınca gerisi 
çorap söküğü gibi geldi. Hatta ülke sınırlarını aşıp, İtalya’dan İngiltere’ye 
kadar uzandı... Zaten sırf bu bile, bizleri yıllar boyu coverlarıyla “yemeye” 
çalışan “ünlü cover” (ve hep “ünlü” cover grubu olarak kalacak) 
gruplarımıza da örnek teşkil edebilecek, etmesi gereken yadsınamayacak 
bir başarı. Şu satırlardan en güzel dileklerimi grup üyelerine ve benzeri 
gruplara yollarken, albüm çıkarmaya yakın olan Revolters’ın -One Love’dan 
beri yapılacak olan- bu röportajını da şiddetle okumanızı öneriyorum. 



Onur: Öncelikle grup üyelerinin tanışıklığı, biraraya gelişlerini, yola ilk 
çıkışlarını merak ediyorum ben.

Serhat: Ben, Berkan, İbrahim zaten tanışıyoduk az çok. Ortak müzik 
zevklerinin sonucu olarak bunu beraber müziğe dökme isteği vardı açık açık 
dile getiremesekte birbirimize. Hepimizde aynı müzikleri, isimleri dinleyerek 
büyümüş insanlardık. Stüdyoya gireceğimiz zaman merak vardı hepimizin 
kafasında nasıl birşey çıkacak ortaya diye. Sonuçta hepimiz cover yaparak 
başlamışız müziğe, aklımda ciddi bir proje vardı, kendi müziğimi yapan kendi 
sözlerini yazan bir grupta olmak , hiç olmazsa bir ses çıkarmak istiyordum. 
Yapmak istediğim adamlarında kafa yapımın uyuşması gereken insanlar 
olduğunun bilincindeydim. Ona göre davrandım, Berkan’la İbrahim’e 
beraber çalalım dedim. İnternette verdiğimiz bir ilanla bir davulcu bulduk ve 
stüdyoya girdik. 

İbrahim: O kadar kötüydü ki o an bu iş olmaz deyip stüdyoyu terk etmek 
istedim. Moralim bozuldu çok fena.

Serhat: Davulla o stüdyodan sonra yolları ayırdık dakika geçmeden. 
İbrahim’in yüzünden düşen bin parça, o günde kız arkadaşıyla gelmişti. 
Apar topar çıktı, fena bozuktu. 

İbrahim: Hiç umudum yoktu, davul o kadar kötüydü ki, Serhat ve Berkan’ın 
performanslarına dikkat bile edememiştim.

Serhat: Stüdyodan sonra Berkan’la bir cafede konuştuk. Gerçekten o an hiç 
başlamadan beraber müzik yapmaktan vazgeçebilirdik. Ama birde başka bir 
davulcuyla deneme kararı aldık. Sonraki hafta Berkay’la tanıştık. İyi bir 
davulcuydu. Verdiğimiz 4-5 şarkıyı zaten önceden biliyordu. 

Berkan: O prova çok iyi geçti. Sonra 1 ay boyunca prova yaptık. 
Etkilendiğimiz isimlerin coverlarıyla uğraştık. Beste grubu olarak kurulduk, 
ama coverlar bir alışma süreciydi. Yani bir cover grubu olarak kurulma 
durumu yok. Coverlar araçtı yani, amacımız kendi şarkılarımızı yazmaktı.

Serhat: Daha ilk konserimizi vermemiştik ki, Berkay uzun süredir çaldığı 
diğer grubuyla bizim aramızda tercih yapmak durumunda kaldı ve diğer 
grubunu seçti. Bizde başka davulcu arayışına başladık.

İbrahim: Piyasada davulcu kaynıyordu. Murat’tan önce beş davulcu 
denedik. İyi çalanları vardı, ama stüdyodan sonra konuştuğumuzda 
hedeflerinin çok farklı olduğunu gördük. Ya da bir gruptan beklentilerinin 
diyeyim. Herneyse. Yaramazlardı.

Serhat: Tam umutların tükendiği sırada yine internete verdiğimiz ilana 
Murat cevap verdi. Önceki davulculardan ağzımızın yandığından olacak, 
önce bir buluşup konuştuk. Kafa yapısı çok uyuştu bizle. Provada da gayet 
iyi çalınca zaten “tamam bulduk” dedik. Murat geldikten 1 hafta sonra 
konserlere başladık barlarda yavaş yavaş. 


Onur: Geçen yıl kaçırdığım bir Rashit-Revolters konseri vardır ki, hala merak 
ederim. O konserden biraz bahsedebilir misiniz?

Murat: Efsane bir konserdi o.

İbrahim: Aynen. Oğuz Abiyi bir daha o halde göreceğime inanmam şahsen. 

Serhat: Rashit Fanlarına özel bir konserdi. Rashit Fan sitesinin kurucusu 
Semih bize ulaştı. Rashit’in fanlarına özel Dogzstar’da bir konser 
vereceğini; Rashit elemanlarının müziğimizi çok beğendiğini ve bu konserde 
beraber çalmak istediklerini bize iletti. Bizde seve seve kabul ettik tabii.

Berkan: Birazda tırsıyoduk açıkçası. Grup kurulalı 6-7 ay falan olmuştu. 
Rashit’le aynı sahnede çalacağız. “Aman abi çalışalım” modundaydık.

Murat: O sıralarda 5-6 bestemiz falan vardı. Hepsini birden ilk kez orada 
çalıcaktık. Aklımda konser kazasız belasız bitse de, Bülent Abi’den şarkılar 
nası olmuş diye yorum alsam konuşsam şeklindeydim.

Serhat: Neyse ki, gayet güzel atlattık konseri. Sıra Rashit’e geldiğinde 
Oğuz Abi’nin merdivenlerden yuvarlana yuvarlana aşağı indiğini gördüm. 
Hepimizi tebrik etti, cover belasını bırakın besteleriniz çok güzel, o yolda 
gidin dedi. Çıktılar sahneye, Erdem Helvacıoğlu hariç tüm grup sarhoş 
olmuş. Fanlar tüm şarkıları ezbere biliyolardı zaten. Kafasına esen sahneye 
dalıp mikrofonu eline alıp Oğuz Abi’yle kolkola şarkıları sölüyordu. 

İbrahim: Dinazor şarkısında Serhat’ı tuttukları gibi sahneye attılar resmen.

Serhat: Sadece nakaratını bildiğim için sözleri seyirciye söyletmeye 
çalışıyordum. Nakaratı da kendim bağıra bağıra sölüyordum. O halimi 
unutamam.

Murat: Merak etme bizde unutamayız.

Onur: Fena kaçırmışım desenize...

Gökhan: Müzik haricinde nelerle ilgileniyorsunuz? Müzik sizin için sadece 
hobi mi, yoksa işiniz mi? Eğer işiniz ise, Türkiye' de müzikten para 
kazanabileceğinizi düşünüyor musunuz? Ve bundan bir kaç yıl sonra The 
Revolters sizce nerede olur?

Serhat: Üniversiteden bu sene mezun oldum. İlk 2 sene okuldan arta kalan 
zamanlarımı müzikle geçiriyordum, son 2 senem müzikten arta kalan 
zamanlarımı okulda geçirdim. O zamanlar sayesinde şu an hem mezunum 
hem de başarılı bir grubum var. Başka bir uğraş bulup ondan arta kalan 
zamanımla yeni bir kariyer yapmak gibi bir planım yok. Ben böyle iyiyim. 
Ancak müzikten emekli olunca hobim olur sanırım.

Murat: Ben kısa film hastasıyım tam anlamıyla. Çok filmde de oynamışlığım 
vardı. Kamera arkasına da geçmeyi düşünüyorum zamanım olursa.

İbrahim: Benim ev hobilerim var genelde. Ev boyutlarına gayet devasa 
gelebilcek bir akvaryumum var. Onla ilgileniyorum. Amatör olarak uçuşla 
ilgileniyorum sonra. Kendi uçağımı almak en büyük hayallerimden biri. 

Berkan: Tek mezun olmayan, hala okuyan eleman benim bu arada. 
Galatasaray Üniversitesi’nde Hukuk okuyorum. Müzik-okul ekseninde 
mezun olmaya çalışacağım.

Serhat: Grubun avukatı olacak. Telifleri takip edecek. İşi ne.

Murat: Türkiye’de de teliften o kadar inanılmaz para kazanılır ki . Last.Fm 
bile telif programı başlatmış.

İbrahim: Türkiye’de müzikten para kazanamıyosun ki zaten. Belli yolu 
izleyip kendinden ödün verdiğin, sanatını kitlenin emrine sunduğun sürece 
kazanırsın. Örnekler var abi önümüzde, bunlar hep konuştuğumuz şeyler 
zaten.

Serhat: Türkiye’de para kazanmak için müzik yapmıyoruz. Elbette emek 
verdiğimiz sahnenin bir getirisi oluyor. Ama ben burda para kazanmak 
eylemini malı götürmek deyimi olarak algıladığım için bu soruya cevabım 
olumsuz olacak. Malı götüren kısımda ya kendinden bir önce geleni taklit 
ediyor ya da kitle ne isterse onu yapıyor.

Murat: Bundan bir kaç yıl sonra nerde olacağız kısmına gelince...

İbrahim: 2 sene önce, bugünkü durumumuza geleceğimizi hayal bile 
edemezken, yine 1-2 yıl sonrasında nerede olacağımız hakkında yorum 
yapamıyorum.

Serhat: 2 yılda ilerlediğimiz kadar hızlı ilerlersek 2 yıl sonra nerde 
olacağımızı sırf biz değil kimse tahmin edemez. Spesifik bişey söylemek için 
henüz erken. Şu an yeni şarkılarımızı yazıyoruz, projelerimiz var, müziğimizi 
yapıyoruz, işimizi yapmakla meşguluz. İvmemiz bu şiddette olduğu sürece 
sorun yok. Gerisi her türlü geliyor zaten. 

Gökhan: Sizi Peyote’nin açılış gecesi izledim ve direkt farkettiğim birşeyi 
belirteyim. Müzikal olarak bir şarkıda tam anlamıyla post punk, ardından 
elektronik öğelerin de şarkıya dahil olduğu disco punk diye nitelenen türde 
bir şarkı, ardından bu ikisinden de farklı olarak neredeyse folk rock türünde 
başka bir şarkı ard arda çaldınız. Sitenizde zaten “müziği kalıplar ardına 
sıkıştırmayan” gibi bir ifadeyle belirtmişsiniz durumu. Fakat tür olarak bu 
kadar ayrı uçlarda çok fazla grup yok ortada. Bu durumun sebebi nedir 
(grup üyelerinin farklı uçlardaki müzikal zevkleri mi?) Bu durumun size 
dezavantaj yaratabileceğini hiç düşündünüz mü?

Berkan: Aslında ben parçalarımızın ayrı uçlarda olmasını doğal buluyorum. 
Bir kalıba sokmamak buradan geliyor. Yani birey olarak çok farklı şeyler 
hissediyoruz farklı şekillerde ve bu duyguları döktüğümüz zaman farklı 
ürünler çıkması normal geliyor. Bu duyguları belirli bir tarz kalıbına sokmaya 
çalışmak ne derecede doğru olur bilemiyorum. Önemli olan dinleyenin 
içinizdeki enerjiyi hissedebilmesi. Biz o enerjiyi doğru şekilde aktarmak için 
kalıba girmeyi tercih etmiyoruz sanırım. Grup üyelerinin farklı uçlardaki 
müzikal zevkleri güzel bir çeşitlilik getiriyor belki de.

Murat: Bence bu bir avantaj. Grubun şarkıdan şarkıya üslubunun değişmesi 
tarzının şarkıdan şarkıya farklılık göstermesi demek değil bence. Her şarkı 
farklı bir deneyim, farklı bir suya yelken açmak gibi. Bu konudaki 
ürkekliğimizi bile yeni yeni atıyoruz.

İbrahim: Sorun olabileceği konusunda kafamda soru işaretleri vardı. “Living 
in Istanbul Dream” , “Anywhere to Go” gibi şarkılar daha folk-orient öğeler 
barındırıyor. Stüdyoya girdiğimizde emprovizede böyle birşey çıkıyor ve biz 
yok bizim tarz daha Manchester’a gitmeli hep diye kassaydık şu an ki 
müziğini kalıplar ardına sıkıştırmama olayı konusunda pek samimi 
olduğumuzu söylemezdik. En azından ben kendime bunu söyleyemezdim. 

Serhat: Bu çoğu grubun doğal olarak ulaştığı ya da bunu yapan grupların 
daha çok başarılı olduklarını gördükleri ya da düşündükleri için genelde 
denedikleri birşey. Bizim daha çok sularda dolaşmak, geziye çıkmak diye 
adlandırdığımız bir müzikal deney. Her ne kadar müzikal temellerimiz ve 
tarzınız sorusuna verilen cevaplarımız aynı olsada; her birimiz farklı 
müzikler keşfediyor, deneyimliyor ve etkileniyoruz. Her müzisyende bence 
bu böyledir. Tarz bayrakçılığı yapmanın yerine, her zaman sırtımızı 
dayadığımız punk sonrası dönemi müziğine kendimize özgü olarak 
addettiğimiz o soundla kaynaştırarak kendimizi en iyi ifade edebildiğimiz ve 
güvende hissettiğimiz şarkıları yapmaya çalışıyoruz. Damon Albarn’a bu 
açıdan büyük saygı gösteriyorum, Blur’da yarım kalan işini Good Bad And 
The Queen’de tamamladığı için. 

Pozan: Türkiye’de dans etmeyi tekeline alan elektronik müzikle aranız 
nasıl? Bu tekeli sizin de yaptığınız gibi Post-Punk ve Guitar-Dance müziği ile 
yıkmak sizce olası mı ?

Serhat: Elektronik müziği dinleyen kitleyle bizim yaptığımız müziği dinleyen 
kitle çok farklı açıkçası. Her müziğin olduğu gibi elektronik müziğinde iyisi 
kötüsü, kalitelisi, adisi var. Ama Türkiye’de bunu dinleyen kitle genelde 
buna bakmıyor. Kendisini dans ettirebilen her müzikle araları iyi. Bizi biraz 
daha teknik ve yaratıcılık yönünden yakalayan elektronik şarkıların 
peşinden gidiyoruz. Yer yer müziğimize yansıttığımız öğelerde oluyor. Fakat 
bunlar günümüz dance elektroniği yerine New Order, Kraftwerk, Echo and 
the Bunnymen’den gelen klasik rave öğelerinden ibaret. Dans ettirmek 
sadece bir yan etki müziğimizde, ana amaç değil. Biz ne hissediyorsak onu 
çalıyoruz. İnsanların içinden dans etmek geliyorsa buyursunlar etsinler 
tabii. Günümüzde elektronik müziğin birincil amacı dans ettirmek hemen 
hemen. Bu bizim müziğimizde yan etki niteliğinde kalıyor. Dolayısıyla 
birşeyleri yıkmak gibi bir amacımız yok.

Murat: Bir de şöyle birşey var; insanlar klavyeden çıkan her seste 
oynamaya başlıyorlar. Çok karanlık bir şarkımızda bile klavye kullansak 
insanlar dans etmeye başlıyor. Başta çok yadırgadığımız birşeydi. İnsanları 
elektronik bir şarkı dinliyormuşçasına tetikleyen birşey sanırım. Bir The 
Wombats şarkısı kadar ironik aslında. 

İbrahim: Bizim de kimyamızda var sanırım biraz bu hareketlilik. İster 
istemez yansıtıyoruz sounda, her ne kadar karanlık bir şarkı olsada öyle 
yollardan geçiriyoruz ki şarkıyı, bir şekilde dans ettirmeyi başarabiliyoruz. 
Bir de dans ettirmeyi amaçlayan elektronik müzikle farklı kulvardayız 
Serhat’ın da dediği gibi. Biz sadece bazı şeyleri anlatma, kendimizi ifade 
etme derdindeyiz açıkçası, üslubumuz bu sadece.

Berkan: Bence de olası tabii ki... Ama bu daha çok teknik altyapıyla alakalı. 
Yani herhangi bir klüpte dj ile kendinden geçen insanları haklı bulmuyor 
değilim. Çünkü; onlara sunulan müzik, kusursuz bir kayıt, teker teker 
editlenmiş ritmleri ve sub-bass'ları ile dans etmeyi rahatça tekeline 
alabilecek bir müzik bu. Canlı müzikte aynı derecede olmasa da belirli bir 
düzeyin üstünde teknik donanım sağlanabilse o yüzeysel ve basit 
elektronik loopların üzerinde konuşmayız bile. 

Gökhan: Türk gruplarında dikkatimi çeken birşey var; müzisyenlerin fazla 
müzik dinlememesi. Bu bağlamda Onur’un da en başta değindiği yıllarca 
cover yapan ve bununla gurur duyan, üstüne üstlük biz çok farklıyız 
havasında olan ve de hep yerinde sayan gruplar var. Şu an yurtdışındaki 
piyasada yapılan müzikleri türü ne olursa olsun değil de, size melodi 
anlamında ve tarz konusunda yakın olup, ilginizi çeken, sizi etkileyen 
gruplardan bazılarını bizim için değerlendirir misiniz?

Onur: Mesela son günlerde herkesin tartışıp durduğu Bloc Party’nin yeni 
albümü Intimacy hakkındaki yorumunuzu merak ediyorum, beğendiniz mi?

Serhat: Özellikle 2 sene önceye kadar şu piyasada saygı duyulan, mekan 
doldurunca kral muamelesi yapılan cover gruplarının hala yerinde saydığını 
görmek gayet beklenen birşeydi aslında. Arkalarından gelen müzisyenlere 
de pek iyi bir örnek gibi durmadılar hiçbir zaman. Yüzlerce cover grubu 
kurulup dağıldı gözlerimizin önünde. Bazı müzisyen arkadaşlarım dahil, şu 
an çok çok büyük bir çoğunluğu müziği bıraktı, okulunu bitirip, iş güç 
peşinde koşuyor. Çok azınlık bir kısmı da, ya eski tas eski hamam 
repertuarlarını güncelleyerek ayakta kalmaya çalışıyorlar. 

İbrahim: Aslında piyasayı bu duruma getirenlerden biride mekanlardı. 
Mekan işletmecileri grupların üstünde sırf mekanlarını doldurmak uğruna 
kitlelerin bildiği şarkıları çalmaları konusunda sürekli baskı altında bıraktı. 
Sahne verme şartını buna bağladı. Gruplar taviz vermek durumunda 
bırakıldı.

Serhat: Beyoğlu’ndaki rock müzik dinleyicisinin taverna yada müzikhol tipi 
bir canlı müzik dinleme alışkanlığı var. Mekanlarda bunun bilincinde. Grup 
çalacak bilinen şarkıları, seyirci eşlik edecek, içecek eğlenecek. Böyle bir 
sistemde grup bestesi olsa bile çalamıyor. Uzun süredir cover grubu olarak 
müzik yapmaya devam eden grupların genel problemi beste yapma 
sürecinde ciddi bir yaratım problemi yaşamaları. Bu da piyasanın önünü 
tıkayan mikro diğer bir etken.

Murat: Yurtdışında böyle değil mesela. İnsanlar kendi müziğini yapan 
grupları dinlemek, farklı müzikler tatmak için canlı müziğe para ödüyorlar. 
Eğlenmek, eşlik etmek bu anlayış ikinci planda kalıyor.

Berkan:Yurtdışından takip ettiğimiz gruplar, ilk etkilendiğimiz isimler; The 
Killers, Franz Ferdinand, Bloc Party üçlüsü. Bunların yeri çok ayrı tabii ki. 
Tartışmak, üstünde konuşmak saatlerimizi alır. The Killers’daki ruh çok ayrı, 
sound kadar hissettiklerini, enerjilerini şarkılarına vermeleri bizi çok 
etkilemiştir. İlk albümleri ne kadar pop bir albüm olsada, çoğu The Killers 
dinleyicisinin sevemediği “Sam’s Town” albümünü ben çok beğenirim. Franz 
Ferdinand’ı bir riff fabrikası olarak çok beğeniyorum ben. Yaratıcılık 
bakımından çok önde tuttuğum gruplardan biri. 

İbrahim: Bloc Party de aynı şekilde, belki de aralarından sound olarak en 
fazla benzediğimizi düşündüğüm grup onlar. İlk dinlediğimde böyle bir 
müzik yapmak istiyorum hissi uyandırmışlardı bende. 

Serhat: “Every Move A Picture” var A.B.D’den. Albümü doldursun diye değil, 
her şarkılarını ayrı özenle yapan, boş şarkısı olmayan ama değerini bir türlü 
bulamamış bir grup. Aynı sahneyi paylaşabilmeyi çok isterdim. Bir de, en 
yenilerden neo hippyler; “MGMT” var. Şarkılarını kaç kanal kullanarak 
kaydettiklerini çok merak etmekteyim. Her şarkıda farklı bir enstrümanın 
peşinden gidiyorum. Çok özenli çalışmışlar kayıtta. Her ne kadar bazı 
şarkılarda majör bir plak şirketine bağlı olmanın getirdiği yapay dans 
ettirme çabaları hissedilse de, özlerindeki yetenek azımsanacak gibi değil. 

Murat: Unutmadan söyleyim Bloc Party’nin yeni albümünden Mercury’yi 
dinledim Myspace’de. Silent Alarm’a dönüş yapmışlar sanki biraz. Yani; çok 
beğendim. Albümü yeni sipariş ettirdiğim için henüz hepsini dinleyemedim.

Serhat: “A Weekend In The City”yi pek beğenememiştim. Yeni albümün 
hepsini dinledim, niye Bloc Party olduklarının cevabını gayet güzel vermişler. 
Murat’ın dediği gibi özlerine dönüş var biraz. Synth’lerin etkisi ve yoğunluğu 
her albümde daha çok artıyor. Bunu farkettim. 

Gökhan: Araştırdığım kadarıyla -ki siz de sık sık bunu dile getiriyorsunuz- 
yurtdışındaki dergilerde boy göstermişsiniz ve özellikle İngiltere’de bir 
hayran kitleniz var. Bunu neye bağlıyorsunuz, bu noktaya nasıl geldiniz? -
özellikle yurtdışında mı promosyon yaptınız yoksa kendiliğinden olan bir şey 
mi?-

Pozan: Evet, bir benzerini de ben soracaktım; yurtdışında konser verme 
durumu nasıl gerçekleşti acaba? Size teklif mi geldi? Yoksa, bir tanıdığınız 
aracılığı ile mi İtalya’da konser verdiniz? Ve nasıldı konserler?

Onur: Şahsen ben, Pozan’ın sorusunda myspace’in de etkili olmuş 
olabileceğini düşünüyorum. Daha önceden sahne aldığınız festivallerden 
birkaçını da sizi hiç duymayan, dinlemeyenler için sayabilir misiniz?

Serhat: Grupların promosyonlarını şarkıları yapar. Biz sadece şarkılarımızı 
Myspace’e koyduk. Daha sonra blog yazarlarından mesajlar gelmeye 
başladı; çok başarılı bulduklarını bu hafta sizi yazdım tarzı mailler vs. O 
sırada kendi internet sitemizi kurduk, yurtdışından bir çok radyo dj’inden 
şarkımızı çalmak istediklerine dair mailler geldi. İnsanlar indie grupları 
Myspace’ten gerçekten takip ediyorlar ve beğendikleri zaman bu kitle çığ 
gibi büyümeye başlıyor. 

Berkan: İtalya konseri Myspace’ten bağımsız şekilde gerçekleşti. Orda 
okuyan birkaç arkadaşımın demomuzu bir organizasyon şirketine 
vermesiyle İtalya macerası başladı. Daha sonra 1,5-2 ay süren sıkı 
görüşmelerle mekan, tarih, kiminle çalacağımız belli oldu ve gittik.

Murat: Aslında bir turne olcaktı ilk başlarda. Fakat herşeyin mükemmel 
gitmesini beklemek biraz fazla iyimserlik olurdu. Venedik, Floransa ve 
Bologna’da da çalacaktık. Ama organizasyon şirketinin gazabına uğradık o 
konuda. Sadece Milano’da çalabildik dolayısıyla. Ama herşey güzeldi.

Serhat: Zaten herşey şarkıların internette yayılması, duyulmasıyla başladı; 
performanslarımız sürekli doluyor, ve bu doluluk konserden konsere 
artıyordu. Ardarda ülke çapında dağıtım yapan müzik dergilerinde 
röportajlarımız yayınlanmaya, televizyon programlarına konuk olmaya 
başladık. Daha sonra bunlar daha çok konser, üniversitelerden ve 
prodüksiyon şirketlerinden festival teklifleri ve hatta albüm tekliflerine 
kadar çıkmaya başladı. Bu bahar ve yaz döneminde Mtv Olympos 
Alternative Nation Festival ve Masstival’de sahne aldık. 

Gökhan: “Step By Step” bir hayli hoş şarkı ve yurtdışındaki kayıtlardan 
hiçbir farkı da yok! Zaten, “Step By Step” İngiltere’de yayınlanacak olan bir 
compilation’da yer alacak. Bu çok heyecan verici olmalı. Siz neler 
düşünüyorsunuz bu konuda? Yukarıdaki soruyla da alakalı olarak sanki 
şarkılarınızı biraz da yurtdışı için yapıyorsunuz gibi hissediyorum, var mı 
böyle bir düşünceniz?

Onur: Aynen, Step By Step’i ben de çok beğeniyorum. Özellikle; Synth’leri, 
vokali, davulu, gitarları... Gerçekten Gökhan’ın da dediği gibi sanki yabancı 
birilerini dinliyormuşum gibi... Harika bir parça. Keza, yeni parça “Cruel 
Attention” da öyle... Ve bu arada asıl en önemlisi; Türkiye'de bu 
oluşamayan kitleye hitap edemediğinizi mi düşünüyorsunuz? O yüzden mi 
İngilizce şarkılar yapıyorsunuz? Yoksa, yıllardır dinlediğiniz bu tarzı Türkçe 
icra etmek size samimi gelmiyor mu?

Serhat: Şarkılarımızı herkes için yapıyoruz. Bizim için dinleyici olarak yurtiçi-
yurtdışı yok. Ben şarkı yaptığımda Türk dinlemesin İngiliz dinlesin gibi bir 
mantık yok. Eğer bişeyler buluyorsan şarkıda, bir dinlediğinde bir kere daha 
dinleyesin geliyorsa bizim dinleyicimizsin. Şarkılarımızı yurtdışında işleyen 
piyasayı düşünerek yapıyoruz önermesi daha doğru olur. Atılımlarımızıda o 
yönde yapıyoruz. İngiltere’deki compilation albüm olayı bu açıdan çok 
büyük bir fırsat oldu. Başından beri şöyle bir mantığımız oldu, İngilizce rock 
müziğin evrensel dili. Eğer beni daha çok insanın dinlemesini, söylediklerimi 
anlamasını istiyorsam, çok daha bir geniş kitleye sesimi duyurmak 
istiyorsam İngilizce yapmalıyım. Tüm derdimiz bu. İlk konserlerimizde 
bağıran çok gerizekalı oldu “Türkçe çalın!” diye. Türkçe cümle kuramayan 
adam Türkçe sözlü şarkı çalmamızı istiyordu.

Berkan: Başından beri yurtdışı düşüncesi hakimdi her konuda. Evrensel bir 
grup olmak istiyoruz, öyle de olacağız. 

Murat: 2 sene önce hayal olan şeyleri bu kadar hızlı gerçekleştirmenin 
şaşkınlığı içindeyiz. Artık öyle bir noktada hissediyoruz ki kendimizi, eğer 
bunları yaptıysak bir dünya grubu da olabiliriz.

İbrahim: Özellikle Avrupa’da ve Amerika’da yaşayan Türk arkadaşlarımız 
ordaki çevresine dinlettiğinde şarkılarımızı Türkiye’den olduğumuza 
kesinlikle inanmıyormış mesela. Eğer müzik ve dil olarak o evrensel normları 
tutturabiliyorsak ya da hepimizin hayranlıkla dinlediği o gruplar gibi 
tınılayabiliyorsak, şu an olduğumuz noktadan çok daha ilerisini istememiz 
en doğal hakkımız. 

Serhat: Bu örneği çok sık veriyorum ama Peter Bjorn and John’ın bir 
röportajında onlara İsveçli oldukları ama niye İngilizce sözlü şarkılar 
yazdıkları soruluyor. Onlarda Lou Reed birgün İsveççe bir şarkı yazarsa, 
onların da İsveççe şarkı yazmaya başlayacağını söylüyorlar. Bizimkisi de 
aynı durum. Türkiye’deki dinleyici bu mantığı ne kadar kavramış, ne kadar 
saygı gösteriyor bilemiyoruz ama kimse üstüne alınmasın, biz böyle devam 
edeceğiz. 

Gökhan: Bu arada son zamanlarda dikkat çeken, ülkemizdeki müzikal 
gelişimi neye bağlıyorsunuz? Aslında bu müzikal gelişim nicel olarak tatmin 
edici belki ama nitel olarak sizce nasıl? Diğer sizin gibi olan grupları nasıl 
buluyorsunuz? Özetle; sizin gelişiminize etki eden şeyler (çalınan mekanlar 
mı, festivaller mi?, basınmı, myspace mi? vs) nelerdi?

Serhat: Evet, özellikle son 1 senede bu nicelik gayet göze batar bir 
seviyeye ulaştı. Nitel olarak bu olgunluğa ulaşan grupları zaten Peyote’de 
dinleyebiliyoruz. Genelde psychodelic-experimental-post rock ekseninde bu 
gruplar. Kafa olarak birbirine yakınlar ve gerçekten yetenekliler. Zaten bu 
gruplar biz de dahil olmak üzere Peyote’den başka değer veren, 
sahiplenen başka bir mekan olduğunu zannetmiyorum Türkiye’de. 
Performanslar, özellikle Peyote’de yaptığınız müziği dinleyen anlayan ve 
konser sonrası size her türlü geri bildirimini veren bir sahnede gelişiminizin 
olmadığını iddia edemezsiniz. Grupta kısa sürede soundunu sürekli 
geliştirdi, her provada, stüdyo dönemlerinde üstüne birşeyler kattık 
şarkıların. 

Onur: Bu arada şu Breakthru Radio New York ve Avrupa’da birkaç radyoda 
parçalarınızın çalınması olaylarını acayip merak ediyorum. Nasıl gerçekleşti 
bunlar? Siz mi yolladınız birşekilde ya da onlar mı size ulaştı? 

Serhat: Genelde mail adresimize yada myspace’e atılan teklif mesajlarıyla 
oluyor. İzin alma durumu dj’lerin genelde. Şarkımızı tesadüfen dinlediklerini 
ya da birinin önerdiğini, çok hoşuna gittiğini, programında yer vermek 
istediklerini söylüyorlar. Sonra birkaç kağıt faxlıyorlar, yayın hakları vs 
hakkında biz de imzalayıp yolluyoruz.

Berkan: Breakthru bu konuda çok heyecan vericiydi. Tüm ABD çapında yayın 
yapan bağımsız isimlere genelde yer veren bir radyoydu. 

Onur: Bazı afişlerinizi cidden çok başarılı buluyorum ben. Kim ilgileniyor bu 
konuyla? Olası albüm kapağı ve albüm art’ı için ne düşlüyorsunuz? Bu 
arada bu bahsettiğim afişlerin hepsini bir kişinin yapmadığı her halinden 
belli. Ama eğer hepsini bir kişi yapıyorsa bir hayli yol katettiği de belli. 

Serhat: Çok çok yakın çocukluk arkadaşım Denizcan Çelik ve Murat’ın kız 
arkadaşı Ayça Erdeniz gayet iyi götürdüler bu afiş ve albüm kapağı tasarım 
işlerini. Ayça’nın Peyote konserlerimiz için yaptığı afişler çok beğeni 
topluyor. Denizcan da “It’s Gonna Hurt A Little” Ep’mizin kapağında müthiş 
bir iş çıkarttı. Onun da zamanı oldukça, Peyote dışı konserlerdeki afişlere 
fazlasıyla yardımı dokunuyor. Ayrıca nereden çıkarsa çıksın, debut albümün 
tasarımını herşeyiyle ona bırakacağız. 

Gökhan: İlk EP’niz “Its Gonna Hurt A Little” nasıl tepkiler aldı son bir yılda?

Onur: En önemlisi gelen tepkiler sizi ne derece memnun etti?

Berkan: İlk kaydettiğimiz ama sonra kayıt kalitesinin düşüklüğü nedeniyle 
Ep’den çıkardığımız 2-3 şarkı oldu. Bunlardan “Morning Light” Peyote 
konserlerinde o Ep ilk çıktığında dinlenenler tarafından ezberlenen ve hep 
birlikte eşlik edilen ilk şarkımız oldu. 

İbrahim: Masstival’den sonra çok fazla e-mail aldık şarkının kaydının olup 
olmadığıyla ilgili. Artık albümde diyoruz. “Nation Under Illumination” vardı 
mesela şu an yayınlanan 3 şarkımız haricinde. O da, son anda çıkarılan 
şarkıların içinde. Old school dinleyicileri tarafından beğenilen bir şarkıydı.

Serhat: EP’nin aldığı yorumlar zaten bizi albüm konusunda asıl 
cesaretlendirici şey oldu. 

Gökhan: Bu kış ilk albümünüzü çıkartmayı düşünüyor musunuz? Peyote’deki 
performansınızdan tahmin ettiğim kadarıyla elinizde yeteri kadar şarkınız 
da birikmiştir. Albüm çalışmalarında ne durumdasınız? Kimlerle 
çalışıyorsunuz ve herhangi bir plak şirketinden teklif aldınız mı?

Pozan: Şu an myspace sayfanızda 3 adet kaydınız bulunduğu için ben de 
bunu soracaktım, Gökhan benden önce davrandı; elinizde kesinlikle 
kullanırız dediğiniz kaç beste var? Bir de, Myspace’inizde gördüğümüz 
kadarıyla İngiltere’den “The White” isimli bir plak şirketi ile anlaşmışsınız. 
Bu durum hakkında birşeyler söyleyebilir misiniz? Albüm çalışmaları nasıl 
gitmekte?

Serhat: Planlarımız var tabii. Söylediğiniz gibi yeteri kadar şarkımız var. Ama 
daha fazlasını yapmak için fazlasıyla enerjimiz ve ilhamımız var şu an. 
Sürekli yaratım sürecinde olan bir grubuz. 60-70 arası besteye ulaşınca 
aralarından eleyip albüme koymayı düşünüyoruz. Bahsi geçen Compilation 
albümde yer alacak olan “Step by Step”in tekrar mixlerini ve masteringini 
New Order ve Snow Patrol’ın albümlerininde mixlerini yapan “Andy 
MacPherson” üstlendi. Albümün yapımcılığını “The White”ın sahibi “Allan 
Robinson” bizzat üstlendi ki; kendisi 70’ler sonu Manchester müzik 
sahnesinin en kült isimlerinden, efsanevi mekan “Electric Circus”ın 
kurucularından biri. Plak şirketi Manchester merkezli. Label’ın A & R Scout’ı 
Sean’ın bize ulaşıp İngiltere’de yayınlanacak bir compilation albümde Step 
by Step’e de yer vermek istediklerini, şarkının Allan Robinson’da büyük 
hayranlık uyandırdığını ve kısa sürede cevap vermemiz gerektiğini söyledi.

Murat: Tabii ki, bu kısa sürede cevap verme olayı sadece 5 dakika sürdü. 
Serhat bizi aradı, sanki çok normal birşeymiş gibi sakin sakin anlattı ve 
cevabımız tabii ki evet oldu. 1 hafta sonra The White, kağıt işlerini, 
belgeleri, sözleşmeyi ve İngiltere’deki temsilciliğimizi üstlendiklerini 
belirttikleri bir kontratı bize gönderdi ve imzalayıp göndermemizi istedi.

İbrahim: Ayrıca, The White çıkacak olası debut albümü kendi etiketleriyle 
İngiltere ve İrlanda’da çıkarabilceklerini, bu isim kendileri olmasa bile 
herhangi bir nedenden dolayı; başka bir label’a yönlendirebileceklerini 
söylediler. Tabii işin ilginci; Türkiye’de şu an hiçbir şirket hiçbir gruba albüm 
yapmaya yanaşmazken İngiltere’deki bir şirketin, binlerce kilometre 
uzaktaki bir ülkeden gruba bu derece sıcak davranmasıydı albüm 
konusunda. Bu da Türkiye’deki piyasanın durumuyla İngiltere arasındaki 
farkı gözönüne seriyor açıkça.

Serhat: Onun haricinde kayıtlara en geç 1 ay içinde başlamaya 
düşünüyoruz. Türkiye’den gelen teklifler var tabii, son 1 senedir oldu ama 
bazı nedenlerden dolayı (Türkçe isim, şarkı şartı vs) reddetmek durumunda 
kaldık. Birileriyle anlaşmaya çalışıyoruz ama şu an isim söylememe 
tercihimiz, hem bizim hem teklif sahiplerinin istekleri doğrultusunda. 

Onur: Bu arada “stüdyo aşamasına gelmiş grup” kavramı hakkında ne 
düşünmektesiniz? Bunu soruyorum çünkü; şu sıralar pek fazla gereksiz 
grup için bile bu tanımı duyar olduk. Ve sizce bu tanıma yakışan, 
albümlenebilir sıfatına kavuşmuş isimler kimlerdir?

Serhat: Stüdyo aşamasına gelmiş grup, müzikal olgunluğuna ulaşmış bir 
gruptur her şekliyle. Cover yapıp mekan doldurana albüm yapılan bir 
ülkede olduğumuz için şu an piyasadaki çoğu grup albüm sahibi olmayı 
haketmiyor. Albüm aşamasına gelmiş olarak nitelendirilenlerin çok büyük 
kısmıda kulak kirletmekten başka birşeye yaramıyor. Hakedenlerde son 1-
1,5 senede albümünü çıkardı. Çıkarmayı da hakeden isimler var tabii. İsmi 
lazım değil, sonuçta hepizim o isimleri az çok biliyoruz. 

Onur: Ülke festivallerinin çöküşleriyle birlikte tek isimleri çok daha pahalıya 
izlemek (festival bileti fiyatına, tek bir konsere gitmek) konusundaki 
düşünceleriniz nelerdir? Ve bu tarz festivallerin çöküşüyle sizin gibi gruplara 
şans tanınmasının azaldığı görüşündeyim. Mesela, bildiğim kadarıyla bu yaz 
büyük organizasyon olarak, bir tek Masstival’de sahne aldınız. Şu, en başta 
bahsettiğim ülkemizde “sahne oluşamaması” durumunu da tetikleyen 
etkenin bu olduğu kanısındayım. Sizin düşünceleriniz nelerdir?

Berkan: Dinleyicinin ilgisizliği, beğenmez tavrı vs. ülkede büyük festivallerin 
sonunu hazırlayan etkenlerdi. Avrupa’daki festivallerde yağmur, kış, çamur 
demeden yüzbinler akın ederken Türkiye’de çok daha iyi hava şartlarında 
ki; gerçekten dinleyicinin derdi buysa, yapılan festivaller ilgi görmüyor. 
Bunun birinci sorumlusu dinleyici bence.

Murat: Zaten ülkedeki festival kültürü yerli 5-6 isimin etrafında dönüyor. 
Bunlar festival kadrolarının olmazsa olmazı, dinleyicininde yıllarca 
dinlemesine rağmen bıkmadığı isimler. Türk dinleyicisi pek değişik müzikler 
tatmayı seven, değişik grupları dinlemeyi seven bir seyirci değil. Bildiği 
şarkıları dinlemek, eşlik etmek istiyor. Organizatörlerde kendilerini 
kurtarmak için bu taleplere uymak zorunda. Radar Live’ın line-up’ı şu ana 
kadar Türkiye’de yapılan en iyi festival kadrosuna sahipti. Ama o festivalin 
kafası bu ülkeye birkaç gömlek üstündü. İlgi görmemesi tamamıyla 
dinleyicinin suçu. 

Serhat: Emin olun ülkede çok fazla büyük ölçekte festival yapılsa ve 
bahsettiğimiz o sahne oluşsa bile, organizatörler yine o 5-6 yerli ismi 
kadrolarına almadan festival yapmacayacaklar. Bizim dahil olduğumuz 
sahnenin kitlesi daha çok değişik müziklerin peşinden giden, müzikal zevki 
oturmuş, beğeni skalası yüksek bir kitle. Tabii ki, klasik Türk rock müziğine 
mensup isimlerin o ezici kitlesiyle karşılaştıramayız, onların isteklerine göre 
festival line-up’ları şekilleniyor. Onlar biletleri sattırıyor. 

Onur: Hatırlıyorum da, Stereophonics konserini, o sıra tanışık olmadığımız 
Murat’la yanyana izlemiştik... Bu yazın en iyi konserlerinden birisiydi de... 
Peki, siz bu yaz başka kimleri izlediniz, neleri beğendiniz?

Serhat: Stereophonics’in beklenmedik bir şekilde sert bir setlistle çıktığını 
düşünüyorum. Zaten o konserden sonra ses sistemi kendini bir türlü 
toparlayamadı. Ertesi günkü Whitesnake ve Def Leppard konserlerinde 
izleyenler farketmiştir. Massive Attack çok başarılıydı, görsel şov olarak 
günümüz gruplarından çok ilerideler. Yazın pek bir performans izleyemedim 
açıkçası. Ama geçen sezonki The National konseri olağanüstüydü. 

Murat: Stereophonics bence de yılın en iyi konserlerinden biriydi. 
Konserden önce sahne arkasında Kelly Jones’la tanışma fırsatı bulduk. Çok 
sakin, kendinden emin bir insan sahnede göründüğü gibi.

Serhat: Tanışmaya gittiğimizde ilk söylediği şey; yaka kartlarımıza bakıp 
grubun isminin çok havalı olduğuydu. Ardından yaşımızı ve henüz sahne 
alıp almadığımızı, izlemeyi arzu ettiğini, burada çok sıkıldığını söyledi.

İbrahim: Kelly Jones izlerken çaldığımı düşünemiyorum şahsen, ellerim falan 
dolaşırdı sanırım.

Berkan: Bizim için çok güzel bir haftasonuydu o herşeyiyle. Onun dışında 
Lenny Kravitz'i izledim, iyiydi, olağanüstü bir durum yoktu açıkçası. Metallica 
teknik altyapısı ve performansıyla muhteşemdi. 

Onur: Yakın zamandaki konserlerinizin tarihlerini ve yerlerini öğrenebilir 
miyiz? 

Murat: 8 Ekim’de Peyote’de olacağız yine. Yine tam tarihleri belli olmamakla 
beraber Ekim ayında Eskişehir ve Bursa konserleri olacak. 

Onur: Küresel ısınmanın ülkemizi fazlaca etkilediği bir gerçek. Reset! olarak 
geçtiğimiz sayıda BabaZula ile bu konu üzerine yapılan ufak bir söyleşi de 
yayınlamıştık. Orada da konusu geçtiği gibi, ülkemizde küçük bir “Live 
Earth” benzeri bir organizasyon yapılsa siz de söz ve sahne hakkı almak 
ister misiniz? 

Serhat: Tabii ki, bunu kim istemez. Türkiye’de böyle bir organizasyonun 
yapılması aynı Live Earth’de olduğu gibi bazı insanlara tabii rant 
sağlayacaktır. Ama maksat bu konu hakkında bir sanatçının üstüne düşeni 
yapmasıysa tüm samimiyetimizle bunda yerimizi almak isteriz. İngiltere’de 
önümüzdeki yaz yapılcak benzeri bir organizasyondan teklif aldık şimdiden. 
Organizasyon kimsenin rant sağlayamayacağı şekilde tamamen 
gönüllülerle yürüyor. 

Onur: Myspace sayfanızı da merak eden okuyucularımızla paylaşalım derim. 

Revolters: http://www.myspace.com/therevolters 

Onur: Son olarak bu güzel röportaj için teşekkür ederken, en içten sevgi ve 
başarı dileklerimizi sizlere yolluyoruz. 

Revolters - : Bizde teşekkür ederiz. 



 

 



boşlukları doldurun


bunlara da göz atabilirsiniz:

otarafa: The Revolters İş Bankası İşte Genç Röportajı butarafa: Zig Zag@Hafriyat Karakoy 10 Ekim 

iletişim - şikayet - kullanıcı sözleşmesi - gizlilik şartları