![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |
otarafa: The Revolters İş Bankası İşte Genç Röportajı | butarafa: Zig Zag@Hafriyat Karakoy 10 Ekim |
The Revolters @ Reset Magazine Röportajı
|
The Revolters – Röportajı Merhabalar. Yurdumuzda hala tam oturmayan “sahne” oluşumuna en büyük katkı sağlayan ve henüz oluşumunu tamamlamamış bu hususta hem en başlarda boy gösteren hem de bir o kadar iyi işler çıkartan önemli bir grubumuzla bu hafta karşınızdayız; The Revolters. Hani bir kanı vardır ya, iyidir, hoştur, güzeldir diye gider ama aradan sıyrılamaz... Bizim ülke sahnemizin de problemi bu, popülasyonu yeterli olmadığından arada Revolters ve benzeri isimler parlayıp, ışıldayamıyor. En azından bu benim gözlemim tabii. İşte, Revolters da tam bu bahsettiklerimden biri. 2006’da bir cover grubu olarak kurulan grup o günden bu yana güzel bir yol katetti. En ilginci; cover olaylarından vazgeçip, besteleri üzerine odaklaşınca gerisi çorap söküğü gibi geldi. Hatta ülke sınırlarını aşıp, İtalya’dan İngiltere’ye kadar uzandı... Zaten sırf bu bile, bizleri yıllar boyu coverlarıyla “yemeye” çalışan “ünlü cover” (ve hep “ünlü” cover grubu olarak kalacak) gruplarımıza da örnek teşkil edebilecek, etmesi gereken yadsınamayacak bir başarı. Şu satırlardan en güzel dileklerimi grup üyelerine ve benzeri gruplara yollarken, albüm çıkarmaya yakın olan Revolters’ın -One Love’dan beri yapılacak olan- bu röportajını da şiddetle okumanızı öneriyorum. Onur: Öncelikle grup üyelerinin tanışıklığı, biraraya gelişlerini, yola ilk çıkışlarını merak ediyorum ben. Serhat: Ben, Berkan, İbrahim zaten tanışıyoduk az çok. Ortak müzik zevklerinin sonucu olarak bunu beraber müziğe dökme isteği vardı açık açık dile getiremesekte birbirimize. Hepimizde aynı müzikleri, isimleri dinleyerek büyümüş insanlardık. Stüdyoya gireceğimiz zaman merak vardı hepimizin kafasında nasıl birşey çıkacak ortaya diye. Sonuçta hepimiz cover yaparak başlamışız müziğe, aklımda ciddi bir proje vardı, kendi müziğimi yapan kendi sözlerini yazan bir grupta olmak , hiç olmazsa bir ses çıkarmak istiyordum. Yapmak istediğim adamlarında kafa yapımın uyuşması gereken insanlar olduğunun bilincindeydim. Ona göre davrandım, Berkan’la İbrahim’e beraber çalalım dedim. İnternette verdiğimiz bir ilanla bir davulcu bulduk ve stüdyoya girdik. İbrahim: O kadar kötüydü ki o an bu iş olmaz deyip stüdyoyu terk etmek istedim. Moralim bozuldu çok fena. Serhat: Davulla o stüdyodan sonra yolları ayırdık dakika geçmeden. İbrahim’in yüzünden düşen bin parça, o günde kız arkadaşıyla gelmişti. Apar topar çıktı, fena bozuktu. İbrahim: Hiç umudum yoktu, davul o kadar kötüydü ki, Serhat ve Berkan’ın performanslarına dikkat bile edememiştim. Serhat: Stüdyodan sonra Berkan’la bir cafede konuştuk. Gerçekten o an hiç başlamadan beraber müzik yapmaktan vazgeçebilirdik. Ama birde başka bir davulcuyla deneme kararı aldık. Sonraki hafta Berkay’la tanıştık. İyi bir davulcuydu. Verdiğimiz 4-5 şarkıyı zaten önceden biliyordu. Berkan: O prova çok iyi geçti. Sonra 1 ay boyunca prova yaptık. Etkilendiğimiz isimlerin coverlarıyla uğraştık. Beste grubu olarak kurulduk, ama coverlar bir alışma süreciydi. Yani bir cover grubu olarak kurulma durumu yok. Coverlar araçtı yani, amacımız kendi şarkılarımızı yazmaktı. Serhat: Daha ilk konserimizi vermemiştik ki, Berkay uzun süredir çaldığı diğer grubuyla bizim aramızda tercih yapmak durumunda kaldı ve diğer grubunu seçti. Bizde başka davulcu arayışına başladık. İbrahim: Piyasada davulcu kaynıyordu. Murat’tan önce beş davulcu denedik. İyi çalanları vardı, ama stüdyodan sonra konuştuğumuzda hedeflerinin çok farklı olduğunu gördük. Ya da bir gruptan beklentilerinin diyeyim. Herneyse. Yaramazlardı. Serhat: Tam umutların tükendiği sırada yine internete verdiğimiz ilana Murat cevap verdi. Önceki davulculardan ağzımızın yandığından olacak, önce bir buluşup konuştuk. Kafa yapısı çok uyuştu bizle. Provada da gayet iyi çalınca zaten “tamam bulduk” dedik. Murat geldikten 1 hafta sonra konserlere başladık barlarda yavaş yavaş. Onur: Geçen yıl kaçırdığım bir Rashit-Revolters konseri vardır ki, hala merak ederim. O konserden biraz bahsedebilir misiniz? Murat: Efsane bir konserdi o. İbrahim: Aynen. Oğuz Abiyi bir daha o halde göreceğime inanmam şahsen. Serhat: Rashit Fanlarına özel bir konserdi. Rashit Fan sitesinin kurucusu Semih bize ulaştı. Rashit’in fanlarına özel Dogzstar’da bir konser vereceğini; Rashit elemanlarının müziğimizi çok beğendiğini ve bu konserde beraber çalmak istediklerini bize iletti. Bizde seve seve kabul ettik tabii. Berkan: Birazda tırsıyoduk açıkçası. Grup kurulalı 6-7 ay falan olmuştu. Rashit’le aynı sahnede çalacağız. “Aman abi çalışalım” modundaydık. Murat: O sıralarda 5-6 bestemiz falan vardı. Hepsini birden ilk kez orada çalıcaktık. Aklımda konser kazasız belasız bitse de, Bülent Abi’den şarkılar nası olmuş diye yorum alsam konuşsam şeklindeydim. Serhat: Neyse ki, gayet güzel atlattık konseri. Sıra Rashit’e geldiğinde Oğuz Abi’nin merdivenlerden yuvarlana yuvarlana aşağı indiğini gördüm. Hepimizi tebrik etti, cover belasını bırakın besteleriniz çok güzel, o yolda gidin dedi. Çıktılar sahneye, Erdem Helvacıoğlu hariç tüm grup sarhoş olmuş. Fanlar tüm şarkıları ezbere biliyolardı zaten. Kafasına esen sahneye dalıp mikrofonu eline alıp Oğuz Abi’yle kolkola şarkıları sölüyordu. İbrahim: Dinazor şarkısında Serhat’ı tuttukları gibi sahneye attılar resmen. Serhat: Sadece nakaratını bildiğim için sözleri seyirciye söyletmeye çalışıyordum. Nakaratı da kendim bağıra bağıra sölüyordum. O halimi unutamam. Murat: Merak etme bizde unutamayız. Onur: Fena kaçırmışım desenize... Gökhan: Müzik haricinde nelerle ilgileniyorsunuz? Müzik sizin için sadece hobi mi, yoksa işiniz mi? Eğer işiniz ise, Türkiye' de müzikten para kazanabileceğinizi düşünüyor musunuz? Ve bundan bir kaç yıl sonra The Revolters sizce nerede olur? Serhat: Üniversiteden bu sene mezun oldum. İlk 2 sene okuldan arta kalan zamanlarımı müzikle geçiriyordum, son 2 senem müzikten arta kalan zamanlarımı okulda geçirdim. O zamanlar sayesinde şu an hem mezunum hem de başarılı bir grubum var. Başka bir uğraş bulup ondan arta kalan zamanımla yeni bir kariyer yapmak gibi bir planım yok. Ben böyle iyiyim. Ancak müzikten emekli olunca hobim olur sanırım. Murat: Ben kısa film hastasıyım tam anlamıyla. Çok filmde de oynamışlığım vardı. Kamera arkasına da geçmeyi düşünüyorum zamanım olursa. İbrahim: Benim ev hobilerim var genelde. Ev boyutlarına gayet devasa gelebilcek bir akvaryumum var. Onla ilgileniyorum. Amatör olarak uçuşla ilgileniyorum sonra. Kendi uçağımı almak en büyük hayallerimden biri. Berkan: Tek mezun olmayan, hala okuyan eleman benim bu arada. Galatasaray Üniversitesi’nde Hukuk okuyorum. Müzik-okul ekseninde mezun olmaya çalışacağım. Serhat: Grubun avukatı olacak. Telifleri takip edecek. İşi ne. Murat: Türkiye’de de teliften o kadar inanılmaz para kazanılır ki . Last.Fm bile telif programı başlatmış. İbrahim: Türkiye’de müzikten para kazanamıyosun ki zaten. Belli yolu izleyip kendinden ödün verdiğin, sanatını kitlenin emrine sunduğun sürece kazanırsın. Örnekler var abi önümüzde, bunlar hep konuştuğumuz şeyler zaten. Serhat: Türkiye’de para kazanmak için müzik yapmıyoruz. Elbette emek verdiğimiz sahnenin bir getirisi oluyor. Ama ben burda para kazanmak eylemini malı götürmek deyimi olarak algıladığım için bu soruya cevabım olumsuz olacak. Malı götüren kısımda ya kendinden bir önce geleni taklit ediyor ya da kitle ne isterse onu yapıyor. Murat: Bundan bir kaç yıl sonra nerde olacağız kısmına gelince... İbrahim: 2 sene önce, bugünkü durumumuza geleceğimizi hayal bile edemezken, yine 1-2 yıl sonrasında nerede olacağımız hakkında yorum yapamıyorum. Serhat: 2 yılda ilerlediğimiz kadar hızlı ilerlersek 2 yıl sonra nerde olacağımızı sırf biz değil kimse tahmin edemez. Spesifik bişey söylemek için henüz erken. Şu an yeni şarkılarımızı yazıyoruz, projelerimiz var, müziğimizi yapıyoruz, işimizi yapmakla meşguluz. İvmemiz bu şiddette olduğu sürece sorun yok. Gerisi her türlü geliyor zaten. Gökhan: Sizi Peyote’nin açılış gecesi izledim ve direkt farkettiğim birşeyi belirteyim. Müzikal olarak bir şarkıda tam anlamıyla post punk, ardından elektronik öğelerin de şarkıya dahil olduğu disco punk diye nitelenen türde bir şarkı, ardından bu ikisinden de farklı olarak neredeyse folk rock türünde başka bir şarkı ard arda çaldınız. Sitenizde zaten “müziği kalıplar ardına sıkıştırmayan” gibi bir ifadeyle belirtmişsiniz durumu. Fakat tür olarak bu kadar ayrı uçlarda çok fazla grup yok ortada. Bu durumun sebebi nedir (grup üyelerinin farklı uçlardaki müzikal zevkleri mi?) Bu durumun size dezavantaj yaratabileceğini hiç düşündünüz mü? Berkan: Aslında ben parçalarımızın ayrı uçlarda olmasını doğal buluyorum. Bir kalıba sokmamak buradan geliyor. Yani birey olarak çok farklı şeyler hissediyoruz farklı şekillerde ve bu duyguları döktüğümüz zaman farklı ürünler çıkması normal geliyor. Bu duyguları belirli bir tarz kalıbına sokmaya çalışmak ne derecede doğru olur bilemiyorum. Önemli olan dinleyenin içinizdeki enerjiyi hissedebilmesi. Biz o enerjiyi doğru şekilde aktarmak için kalıba girmeyi tercih etmiyoruz sanırım. Grup üyelerinin farklı uçlardaki müzikal zevkleri güzel bir çeşitlilik getiriyor belki de. Murat: Bence bu bir avantaj. Grubun şarkıdan şarkıya üslubunun değişmesi tarzının şarkıdan şarkıya farklılık göstermesi demek değil bence. Her şarkı farklı bir deneyim, farklı bir suya yelken açmak gibi. Bu konudaki ürkekliğimizi bile yeni yeni atıyoruz. İbrahim: Sorun olabileceği konusunda kafamda soru işaretleri vardı. “Living in Istanbul Dream” , “Anywhere to Go” gibi şarkılar daha folk-orient öğeler barındırıyor. Stüdyoya girdiğimizde emprovizede böyle birşey çıkıyor ve biz yok bizim tarz daha Manchester’a gitmeli hep diye kassaydık şu an ki müziğini kalıplar ardına sıkıştırmama olayı konusunda pek samimi olduğumuzu söylemezdik. En azından ben kendime bunu söyleyemezdim. Serhat: Bu çoğu grubun doğal olarak ulaştığı ya da bunu yapan grupların daha çok başarılı olduklarını gördükleri ya da düşündükleri için genelde denedikleri birşey. Bizim daha çok sularda dolaşmak, geziye çıkmak diye adlandırdığımız bir müzikal deney. Her ne kadar müzikal temellerimiz ve tarzınız sorusuna verilen cevaplarımız aynı olsada; her birimiz farklı müzikler keşfediyor, deneyimliyor ve etkileniyoruz. Her müzisyende bence bu böyledir. Tarz bayrakçılığı yapmanın yerine, her zaman sırtımızı dayadığımız punk sonrası dönemi müziğine kendimize özgü olarak addettiğimiz o soundla kaynaştırarak kendimizi en iyi ifade edebildiğimiz ve güvende hissettiğimiz şarkıları yapmaya çalışıyoruz. Damon Albarn’a bu açıdan büyük saygı gösteriyorum, Blur’da yarım kalan işini Good Bad And The Queen’de tamamladığı için. Pozan: Türkiye’de dans etmeyi tekeline alan elektronik müzikle aranız nasıl? Bu tekeli sizin de yaptığınız gibi Post-Punk ve Guitar-Dance müziği ile yıkmak sizce olası mı ? Serhat: Elektronik müziği dinleyen kitleyle bizim yaptığımız müziği dinleyen kitle çok farklı açıkçası. Her müziğin olduğu gibi elektronik müziğinde iyisi kötüsü, kalitelisi, adisi var. Ama Türkiye’de bunu dinleyen kitle genelde buna bakmıyor. Kendisini dans ettirebilen her müzikle araları iyi. Bizi biraz daha teknik ve yaratıcılık yönünden yakalayan elektronik şarkıların peşinden gidiyoruz. Yer yer müziğimize yansıttığımız öğelerde oluyor. Fakat bunlar günümüz dance elektroniği yerine New Order, Kraftwerk, Echo and the Bunnymen’den gelen klasik rave öğelerinden ibaret. Dans ettirmek sadece bir yan etki müziğimizde, ana amaç değil. Biz ne hissediyorsak onu çalıyoruz. İnsanların içinden dans etmek geliyorsa buyursunlar etsinler tabii. Günümüzde elektronik müziğin birincil amacı dans ettirmek hemen hemen. Bu bizim müziğimizde yan etki niteliğinde kalıyor. Dolayısıyla birşeyleri yıkmak gibi bir amacımız yok. Murat: Bir de şöyle birşey var; insanlar klavyeden çıkan her seste oynamaya başlıyorlar. Çok karanlık bir şarkımızda bile klavye kullansak insanlar dans etmeye başlıyor. Başta çok yadırgadığımız birşeydi. İnsanları elektronik bir şarkı dinliyormuşçasına tetikleyen birşey sanırım. Bir The Wombats şarkısı kadar ironik aslında. İbrahim: Bizim de kimyamızda var sanırım biraz bu hareketlilik. İster istemez yansıtıyoruz sounda, her ne kadar karanlık bir şarkı olsada öyle yollardan geçiriyoruz ki şarkıyı, bir şekilde dans ettirmeyi başarabiliyoruz. Bir de dans ettirmeyi amaçlayan elektronik müzikle farklı kulvardayız Serhat’ın da dediği gibi. Biz sadece bazı şeyleri anlatma, kendimizi ifade etme derdindeyiz açıkçası, üslubumuz bu sadece. Berkan: Bence de olası tabii ki... Ama bu daha çok teknik altyapıyla alakalı. Yani herhangi bir klüpte dj ile kendinden geçen insanları haklı bulmuyor değilim. Çünkü; onlara sunulan müzik, kusursuz bir kayıt, teker teker editlenmiş ritmleri ve sub-bass'ları ile dans etmeyi rahatça tekeline alabilecek bir müzik bu. Canlı müzikte aynı derecede olmasa da belirli bir düzeyin üstünde teknik donanım sağlanabilse o yüzeysel ve basit elektronik loopların üzerinde konuşmayız bile. Gökhan: Türk gruplarında dikkatimi çeken birşey var; müzisyenlerin fazla müzik dinlememesi. Bu bağlamda Onur’un da en başta değindiği yıllarca cover yapan ve bununla gurur duyan, üstüne üstlük biz çok farklıyız havasında olan ve de hep yerinde sayan gruplar var. Şu an yurtdışındaki piyasada yapılan müzikleri türü ne olursa olsun değil de, size melodi anlamında ve tarz konusunda yakın olup, ilginizi çeken, sizi etkileyen gruplardan bazılarını bizim için değerlendirir misiniz? Onur: Mesela son günlerde herkesin tartışıp durduğu Bloc Party’nin yeni albümü Intimacy hakkındaki yorumunuzu merak ediyorum, beğendiniz mi? Serhat: Özellikle 2 sene önceye kadar şu piyasada saygı duyulan, mekan doldurunca kral muamelesi yapılan cover gruplarının hala yerinde saydığını görmek gayet beklenen birşeydi aslında. Arkalarından gelen müzisyenlere de pek iyi bir örnek gibi durmadılar hiçbir zaman. Yüzlerce cover grubu kurulup dağıldı gözlerimizin önünde. Bazı müzisyen arkadaşlarım dahil, şu an çok çok büyük bir çoğunluğu müziği bıraktı, okulunu bitirip, iş güç peşinde koşuyor. Çok azınlık bir kısmı da, ya eski tas eski hamam repertuarlarını güncelleyerek ayakta kalmaya çalışıyorlar. İbrahim: Aslında piyasayı bu duruma getirenlerden biride mekanlardı. Mekan işletmecileri grupların üstünde sırf mekanlarını doldurmak uğruna kitlelerin bildiği şarkıları çalmaları konusunda sürekli baskı altında bıraktı. Sahne verme şartını buna bağladı. Gruplar taviz vermek durumunda bırakıldı. Serhat: Beyoğlu’ndaki rock müzik dinleyicisinin taverna yada müzikhol tipi bir canlı müzik dinleme alışkanlığı var. Mekanlarda bunun bilincinde. Grup çalacak bilinen şarkıları, seyirci eşlik edecek, içecek eğlenecek. Böyle bir sistemde grup bestesi olsa bile çalamıyor. Uzun süredir cover grubu olarak müzik yapmaya devam eden grupların genel problemi beste yapma sürecinde ciddi bir yaratım problemi yaşamaları. Bu da piyasanın önünü tıkayan mikro diğer bir etken. Murat: Yurtdışında böyle değil mesela. İnsanlar kendi müziğini yapan grupları dinlemek, farklı müzikler tatmak için canlı müziğe para ödüyorlar. Eğlenmek, eşlik etmek bu anlayış ikinci planda kalıyor. Berkan:Yurtdışından takip ettiğimiz gruplar, ilk etkilendiğimiz isimler; The Killers, Franz Ferdinand, Bloc Party üçlüsü. Bunların yeri çok ayrı tabii ki. Tartışmak, üstünde konuşmak saatlerimizi alır. The Killers’daki ruh çok ayrı, sound kadar hissettiklerini, enerjilerini şarkılarına vermeleri bizi çok etkilemiştir. İlk albümleri ne kadar pop bir albüm olsada, çoğu The Killers dinleyicisinin sevemediği “Sam’s Town” albümünü ben çok beğenirim. Franz Ferdinand’ı bir riff fabrikası olarak çok beğeniyorum ben. Yaratıcılık bakımından çok önde tuttuğum gruplardan biri. İbrahim: Bloc Party de aynı şekilde, belki de aralarından sound olarak en fazla benzediğimizi düşündüğüm grup onlar. İlk dinlediğimde böyle bir müzik yapmak istiyorum hissi uyandırmışlardı bende. Serhat: “Every Move A Picture” var A.B.D’den. Albümü doldursun diye değil, her şarkılarını ayrı özenle yapan, boş şarkısı olmayan ama değerini bir türlü bulamamış bir grup. Aynı sahneyi paylaşabilmeyi çok isterdim. Bir de, en yenilerden neo hippyler; “MGMT” var. Şarkılarını kaç kanal kullanarak kaydettiklerini çok merak etmekteyim. Her şarkıda farklı bir enstrümanın peşinden gidiyorum. Çok özenli çalışmışlar kayıtta. Her ne kadar bazı şarkılarda majör bir plak şirketine bağlı olmanın getirdiği yapay dans ettirme çabaları hissedilse de, özlerindeki yetenek azımsanacak gibi değil. Murat: Unutmadan söyleyim Bloc Party’nin yeni albümünden Mercury’yi dinledim Myspace’de. Silent Alarm’a dönüş yapmışlar sanki biraz. Yani; çok beğendim. Albümü yeni sipariş ettirdiğim için henüz hepsini dinleyemedim. Serhat: “A Weekend In The City”yi pek beğenememiştim. Yeni albümün hepsini dinledim, niye Bloc Party olduklarının cevabını gayet güzel vermişler. Murat’ın dediği gibi özlerine dönüş var biraz. Synth’lerin etkisi ve yoğunluğu her albümde daha çok artıyor. Bunu farkettim. Gökhan: Araştırdığım kadarıyla -ki siz de sık sık bunu dile getiriyorsunuz- yurtdışındaki dergilerde boy göstermişsiniz ve özellikle İngiltere’de bir hayran kitleniz var. Bunu neye bağlıyorsunuz, bu noktaya nasıl geldiniz? - özellikle yurtdışında mı promosyon yaptınız yoksa kendiliğinden olan bir şey mi?- Pozan: Evet, bir benzerini de ben soracaktım; yurtdışında konser verme durumu nasıl gerçekleşti acaba? Size teklif mi geldi? Yoksa, bir tanıdığınız aracılığı ile mi İtalya’da konser verdiniz? Ve nasıldı konserler? Onur: Şahsen ben, Pozan’ın sorusunda myspace’in de etkili olmuş olabileceğini düşünüyorum. Daha önceden sahne aldığınız festivallerden birkaçını da sizi hiç duymayan, dinlemeyenler için sayabilir misiniz? Serhat: Grupların promosyonlarını şarkıları yapar. Biz sadece şarkılarımızı Myspace’e koyduk. Daha sonra blog yazarlarından mesajlar gelmeye başladı; çok başarılı bulduklarını bu hafta sizi yazdım tarzı mailler vs. O sırada kendi internet sitemizi kurduk, yurtdışından bir çok radyo dj’inden şarkımızı çalmak istediklerine dair mailler geldi. İnsanlar indie grupları Myspace’ten gerçekten takip ediyorlar ve beğendikleri zaman bu kitle çığ gibi büyümeye başlıyor. Berkan: İtalya konseri Myspace’ten bağımsız şekilde gerçekleşti. Orda okuyan birkaç arkadaşımın demomuzu bir organizasyon şirketine vermesiyle İtalya macerası başladı. Daha sonra 1,5-2 ay süren sıkı görüşmelerle mekan, tarih, kiminle çalacağımız belli oldu ve gittik. Murat: Aslında bir turne olcaktı ilk başlarda. Fakat herşeyin mükemmel gitmesini beklemek biraz fazla iyimserlik olurdu. Venedik, Floransa ve Bologna’da da çalacaktık. Ama organizasyon şirketinin gazabına uğradık o konuda. Sadece Milano’da çalabildik dolayısıyla. Ama herşey güzeldi. Serhat: Zaten herşey şarkıların internette yayılması, duyulmasıyla başladı; performanslarımız sürekli doluyor, ve bu doluluk konserden konsere artıyordu. Ardarda ülke çapında dağıtım yapan müzik dergilerinde röportajlarımız yayınlanmaya, televizyon programlarına konuk olmaya başladık. Daha sonra bunlar daha çok konser, üniversitelerden ve prodüksiyon şirketlerinden festival teklifleri ve hatta albüm tekliflerine kadar çıkmaya başladı. Bu bahar ve yaz döneminde Mtv Olympos Alternative Nation Festival ve Masstival’de sahne aldık. Gökhan: “Step By Step” bir hayli hoş şarkı ve yurtdışındaki kayıtlardan hiçbir farkı da yok! Zaten, “Step By Step” İngiltere’de yayınlanacak olan bir compilation’da yer alacak. Bu çok heyecan verici olmalı. Siz neler düşünüyorsunuz bu konuda? Yukarıdaki soruyla da alakalı olarak sanki şarkılarınızı biraz da yurtdışı için yapıyorsunuz gibi hissediyorum, var mı böyle bir düşünceniz? Onur: Aynen, Step By Step’i ben de çok beğeniyorum. Özellikle; Synth’leri, vokali, davulu, gitarları... Gerçekten Gökhan’ın da dediği gibi sanki yabancı birilerini dinliyormuşum gibi... Harika bir parça. Keza, yeni parça “Cruel Attention” da öyle... Ve bu arada asıl en önemlisi; Türkiye'de bu oluşamayan kitleye hitap edemediğinizi mi düşünüyorsunuz? O yüzden mi İngilizce şarkılar yapıyorsunuz? Yoksa, yıllardır dinlediğiniz bu tarzı Türkçe icra etmek size samimi gelmiyor mu? Serhat: Şarkılarımızı herkes için yapıyoruz. Bizim için dinleyici olarak yurtiçi- yurtdışı yok. Ben şarkı yaptığımda Türk dinlemesin İngiliz dinlesin gibi bir mantık yok. Eğer bişeyler buluyorsan şarkıda, bir dinlediğinde bir kere daha dinleyesin geliyorsa bizim dinleyicimizsin. Şarkılarımızı yurtdışında işleyen piyasayı düşünerek yapıyoruz önermesi daha doğru olur. Atılımlarımızıda o yönde yapıyoruz. İngiltere’deki compilation albüm olayı bu açıdan çok büyük bir fırsat oldu. Başından beri şöyle bir mantığımız oldu, İngilizce rock müziğin evrensel dili. Eğer beni daha çok insanın dinlemesini, söylediklerimi anlamasını istiyorsam, çok daha bir geniş kitleye sesimi duyurmak istiyorsam İngilizce yapmalıyım. Tüm derdimiz bu. İlk konserlerimizde bağıran çok gerizekalı oldu “Türkçe çalın!” diye. Türkçe cümle kuramayan adam Türkçe sözlü şarkı çalmamızı istiyordu. Berkan: Başından beri yurtdışı düşüncesi hakimdi her konuda. Evrensel bir grup olmak istiyoruz, öyle de olacağız. Murat: 2 sene önce hayal olan şeyleri bu kadar hızlı gerçekleştirmenin şaşkınlığı içindeyiz. Artık öyle bir noktada hissediyoruz ki kendimizi, eğer bunları yaptıysak bir dünya grubu da olabiliriz. İbrahim: Özellikle Avrupa’da ve Amerika’da yaşayan Türk arkadaşlarımız ordaki çevresine dinlettiğinde şarkılarımızı Türkiye’den olduğumuza kesinlikle inanmıyormış mesela. Eğer müzik ve dil olarak o evrensel normları tutturabiliyorsak ya da hepimizin hayranlıkla dinlediği o gruplar gibi tınılayabiliyorsak, şu an olduğumuz noktadan çok daha ilerisini istememiz en doğal hakkımız. Serhat: Bu örneği çok sık veriyorum ama Peter Bjorn and John’ın bir röportajında onlara İsveçli oldukları ama niye İngilizce sözlü şarkılar yazdıkları soruluyor. Onlarda Lou Reed birgün İsveççe bir şarkı yazarsa, onların da İsveççe şarkı yazmaya başlayacağını söylüyorlar. Bizimkisi de aynı durum. Türkiye’deki dinleyici bu mantığı ne kadar kavramış, ne kadar saygı gösteriyor bilemiyoruz ama kimse üstüne alınmasın, biz böyle devam edeceğiz. Gökhan: Bu arada son zamanlarda dikkat çeken, ülkemizdeki müzikal gelişimi neye bağlıyorsunuz? Aslında bu müzikal gelişim nicel olarak tatmin edici belki ama nitel olarak sizce nasıl? Diğer sizin gibi olan grupları nasıl buluyorsunuz? Özetle; sizin gelişiminize etki eden şeyler (çalınan mekanlar mı, festivaller mi?, basınmı, myspace mi? vs) nelerdi? Serhat: Evet, özellikle son 1 senede bu nicelik gayet göze batar bir seviyeye ulaştı. Nitel olarak bu olgunluğa ulaşan grupları zaten Peyote’de dinleyebiliyoruz. Genelde psychodelic-experimental-post rock ekseninde bu gruplar. Kafa olarak birbirine yakınlar ve gerçekten yetenekliler. Zaten bu gruplar biz de dahil olmak üzere Peyote’den başka değer veren, sahiplenen başka bir mekan olduğunu zannetmiyorum Türkiye’de. Performanslar, özellikle Peyote’de yaptığınız müziği dinleyen anlayan ve konser sonrası size her türlü geri bildirimini veren bir sahnede gelişiminizin olmadığını iddia edemezsiniz. Grupta kısa sürede soundunu sürekli geliştirdi, her provada, stüdyo dönemlerinde üstüne birşeyler kattık şarkıların. Onur: Bu arada şu Breakthru Radio New York ve Avrupa’da birkaç radyoda parçalarınızın çalınması olaylarını acayip merak ediyorum. Nasıl gerçekleşti bunlar? Siz mi yolladınız birşekilde ya da onlar mı size ulaştı? Serhat: Genelde mail adresimize yada myspace’e atılan teklif mesajlarıyla oluyor. İzin alma durumu dj’lerin genelde. Şarkımızı tesadüfen dinlediklerini ya da birinin önerdiğini, çok hoşuna gittiğini, programında yer vermek istediklerini söylüyorlar. Sonra birkaç kağıt faxlıyorlar, yayın hakları vs hakkında biz de imzalayıp yolluyoruz. Berkan: Breakthru bu konuda çok heyecan vericiydi. Tüm ABD çapında yayın yapan bağımsız isimlere genelde yer veren bir radyoydu. Onur: Bazı afişlerinizi cidden çok başarılı buluyorum ben. Kim ilgileniyor bu konuyla? Olası albüm kapağı ve albüm art’ı için ne düşlüyorsunuz? Bu arada bu bahsettiğim afişlerin hepsini bir kişinin yapmadığı her halinden belli. Ama eğer hepsini bir kişi yapıyorsa bir hayli yol katettiği de belli. Serhat: Çok çok yakın çocukluk arkadaşım Denizcan Çelik ve Murat’ın kız arkadaşı Ayça Erdeniz gayet iyi götürdüler bu afiş ve albüm kapağı tasarım işlerini. Ayça’nın Peyote konserlerimiz için yaptığı afişler çok beğeni topluyor. Denizcan da “It’s Gonna Hurt A Little” Ep’mizin kapağında müthiş bir iş çıkarttı. Onun da zamanı oldukça, Peyote dışı konserlerdeki afişlere fazlasıyla yardımı dokunuyor. Ayrıca nereden çıkarsa çıksın, debut albümün tasarımını herşeyiyle ona bırakacağız. Gökhan: İlk EP’niz “Its Gonna Hurt A Little” nasıl tepkiler aldı son bir yılda? Onur: En önemlisi gelen tepkiler sizi ne derece memnun etti? Berkan: İlk kaydettiğimiz ama sonra kayıt kalitesinin düşüklüğü nedeniyle Ep’den çıkardığımız 2-3 şarkı oldu. Bunlardan “Morning Light” Peyote konserlerinde o Ep ilk çıktığında dinlenenler tarafından ezberlenen ve hep birlikte eşlik edilen ilk şarkımız oldu. İbrahim: Masstival’den sonra çok fazla e-mail aldık şarkının kaydının olup olmadığıyla ilgili. Artık albümde diyoruz. “Nation Under Illumination” vardı mesela şu an yayınlanan 3 şarkımız haricinde. O da, son anda çıkarılan şarkıların içinde. Old school dinleyicileri tarafından beğenilen bir şarkıydı. Serhat: EP’nin aldığı yorumlar zaten bizi albüm konusunda asıl cesaretlendirici şey oldu. Gökhan: Bu kış ilk albümünüzü çıkartmayı düşünüyor musunuz? Peyote’deki performansınızdan tahmin ettiğim kadarıyla elinizde yeteri kadar şarkınız da birikmiştir. Albüm çalışmalarında ne durumdasınız? Kimlerle çalışıyorsunuz ve herhangi bir plak şirketinden teklif aldınız mı? Pozan: Şu an myspace sayfanızda 3 adet kaydınız bulunduğu için ben de bunu soracaktım, Gökhan benden önce davrandı; elinizde kesinlikle kullanırız dediğiniz kaç beste var? Bir de, Myspace’inizde gördüğümüz kadarıyla İngiltere’den “The White” isimli bir plak şirketi ile anlaşmışsınız. Bu durum hakkında birşeyler söyleyebilir misiniz? Albüm çalışmaları nasıl gitmekte? Serhat: Planlarımız var tabii. Söylediğiniz gibi yeteri kadar şarkımız var. Ama daha fazlasını yapmak için fazlasıyla enerjimiz ve ilhamımız var şu an. Sürekli yaratım sürecinde olan bir grubuz. 60-70 arası besteye ulaşınca aralarından eleyip albüme koymayı düşünüyoruz. Bahsi geçen Compilation albümde yer alacak olan “Step by Step”in tekrar mixlerini ve masteringini New Order ve Snow Patrol’ın albümlerininde mixlerini yapan “Andy MacPherson” üstlendi. Albümün yapımcılığını “The White”ın sahibi “Allan Robinson” bizzat üstlendi ki; kendisi 70’ler sonu Manchester müzik sahnesinin en kült isimlerinden, efsanevi mekan “Electric Circus”ın kurucularından biri. Plak şirketi Manchester merkezli. Label’ın A & R Scout’ı Sean’ın bize ulaşıp İngiltere’de yayınlanacak bir compilation albümde Step by Step’e de yer vermek istediklerini, şarkının Allan Robinson’da büyük hayranlık uyandırdığını ve kısa sürede cevap vermemiz gerektiğini söyledi. Murat: Tabii ki, bu kısa sürede cevap verme olayı sadece 5 dakika sürdü. Serhat bizi aradı, sanki çok normal birşeymiş gibi sakin sakin anlattı ve cevabımız tabii ki evet oldu. 1 hafta sonra The White, kağıt işlerini, belgeleri, sözleşmeyi ve İngiltere’deki temsilciliğimizi üstlendiklerini belirttikleri bir kontratı bize gönderdi ve imzalayıp göndermemizi istedi. İbrahim: Ayrıca, The White çıkacak olası debut albümü kendi etiketleriyle İngiltere ve İrlanda’da çıkarabilceklerini, bu isim kendileri olmasa bile herhangi bir nedenden dolayı; başka bir label’a yönlendirebileceklerini söylediler. Tabii işin ilginci; Türkiye’de şu an hiçbir şirket hiçbir gruba albüm yapmaya yanaşmazken İngiltere’deki bir şirketin, binlerce kilometre uzaktaki bir ülkeden gruba bu derece sıcak davranmasıydı albüm konusunda. Bu da Türkiye’deki piyasanın durumuyla İngiltere arasındaki farkı gözönüne seriyor açıkça. Serhat: Onun haricinde kayıtlara en geç 1 ay içinde başlamaya düşünüyoruz. Türkiye’den gelen teklifler var tabii, son 1 senedir oldu ama bazı nedenlerden dolayı (Türkçe isim, şarkı şartı vs) reddetmek durumunda kaldık. Birileriyle anlaşmaya çalışıyoruz ama şu an isim söylememe tercihimiz, hem bizim hem teklif sahiplerinin istekleri doğrultusunda. Onur: Bu arada “stüdyo aşamasına gelmiş grup” kavramı hakkında ne düşünmektesiniz? Bunu soruyorum çünkü; şu sıralar pek fazla gereksiz grup için bile bu tanımı duyar olduk. Ve sizce bu tanıma yakışan, albümlenebilir sıfatına kavuşmuş isimler kimlerdir? Serhat: Stüdyo aşamasına gelmiş grup, müzikal olgunluğuna ulaşmış bir gruptur her şekliyle. Cover yapıp mekan doldurana albüm yapılan bir ülkede olduğumuz için şu an piyasadaki çoğu grup albüm sahibi olmayı haketmiyor. Albüm aşamasına gelmiş olarak nitelendirilenlerin çok büyük kısmıda kulak kirletmekten başka birşeye yaramıyor. Hakedenlerde son 1- 1,5 senede albümünü çıkardı. Çıkarmayı da hakeden isimler var tabii. İsmi lazım değil, sonuçta hepizim o isimleri az çok biliyoruz. Onur: Ülke festivallerinin çöküşleriyle birlikte tek isimleri çok daha pahalıya izlemek (festival bileti fiyatına, tek bir konsere gitmek) konusundaki düşünceleriniz nelerdir? Ve bu tarz festivallerin çöküşüyle sizin gibi gruplara şans tanınmasının azaldığı görüşündeyim. Mesela, bildiğim kadarıyla bu yaz büyük organizasyon olarak, bir tek Masstival’de sahne aldınız. Şu, en başta bahsettiğim ülkemizde “sahne oluşamaması” durumunu da tetikleyen etkenin bu olduğu kanısındayım. Sizin düşünceleriniz nelerdir? Berkan: Dinleyicinin ilgisizliği, beğenmez tavrı vs. ülkede büyük festivallerin sonunu hazırlayan etkenlerdi. Avrupa’daki festivallerde yağmur, kış, çamur demeden yüzbinler akın ederken Türkiye’de çok daha iyi hava şartlarında ki; gerçekten dinleyicinin derdi buysa, yapılan festivaller ilgi görmüyor. Bunun birinci sorumlusu dinleyici bence. Murat: Zaten ülkedeki festival kültürü yerli 5-6 isimin etrafında dönüyor. Bunlar festival kadrolarının olmazsa olmazı, dinleyicininde yıllarca dinlemesine rağmen bıkmadığı isimler. Türk dinleyicisi pek değişik müzikler tatmayı seven, değişik grupları dinlemeyi seven bir seyirci değil. Bildiği şarkıları dinlemek, eşlik etmek istiyor. Organizatörlerde kendilerini kurtarmak için bu taleplere uymak zorunda. Radar Live’ın line-up’ı şu ana kadar Türkiye’de yapılan en iyi festival kadrosuna sahipti. Ama o festivalin kafası bu ülkeye birkaç gömlek üstündü. İlgi görmemesi tamamıyla dinleyicinin suçu. Serhat: Emin olun ülkede çok fazla büyük ölçekte festival yapılsa ve bahsettiğimiz o sahne oluşsa bile, organizatörler yine o 5-6 yerli ismi kadrolarına almadan festival yapmacayacaklar. Bizim dahil olduğumuz sahnenin kitlesi daha çok değişik müziklerin peşinden giden, müzikal zevki oturmuş, beğeni skalası yüksek bir kitle. Tabii ki, klasik Türk rock müziğine mensup isimlerin o ezici kitlesiyle karşılaştıramayız, onların isteklerine göre festival line-up’ları şekilleniyor. Onlar biletleri sattırıyor. Onur: Hatırlıyorum da, Stereophonics konserini, o sıra tanışık olmadığımız Murat’la yanyana izlemiştik... Bu yazın en iyi konserlerinden birisiydi de... Peki, siz bu yaz başka kimleri izlediniz, neleri beğendiniz? Serhat: Stereophonics’in beklenmedik bir şekilde sert bir setlistle çıktığını düşünüyorum. Zaten o konserden sonra ses sistemi kendini bir türlü toparlayamadı. Ertesi günkü Whitesnake ve Def Leppard konserlerinde izleyenler farketmiştir. Massive Attack çok başarılıydı, görsel şov olarak günümüz gruplarından çok ilerideler. Yazın pek bir performans izleyemedim açıkçası. Ama geçen sezonki The National konseri olağanüstüydü. Murat: Stereophonics bence de yılın en iyi konserlerinden biriydi. Konserden önce sahne arkasında Kelly Jones’la tanışma fırsatı bulduk. Çok sakin, kendinden emin bir insan sahnede göründüğü gibi. Serhat: Tanışmaya gittiğimizde ilk söylediği şey; yaka kartlarımıza bakıp grubun isminin çok havalı olduğuydu. Ardından yaşımızı ve henüz sahne alıp almadığımızı, izlemeyi arzu ettiğini, burada çok sıkıldığını söyledi. İbrahim: Kelly Jones izlerken çaldığımı düşünemiyorum şahsen, ellerim falan dolaşırdı sanırım. Berkan: Bizim için çok güzel bir haftasonuydu o herşeyiyle. Onun dışında Lenny Kravitz'i izledim, iyiydi, olağanüstü bir durum yoktu açıkçası. Metallica teknik altyapısı ve performansıyla muhteşemdi. Onur: Yakın zamandaki konserlerinizin tarihlerini ve yerlerini öğrenebilir miyiz? Murat: 8 Ekim’de Peyote’de olacağız yine. Yine tam tarihleri belli olmamakla beraber Ekim ayında Eskişehir ve Bursa konserleri olacak. Onur: Küresel ısınmanın ülkemizi fazlaca etkilediği bir gerçek. Reset! olarak geçtiğimiz sayıda BabaZula ile bu konu üzerine yapılan ufak bir söyleşi de yayınlamıştık. Orada da konusu geçtiği gibi, ülkemizde küçük bir “Live Earth” benzeri bir organizasyon yapılsa siz de söz ve sahne hakkı almak ister misiniz? Serhat: Tabii ki, bunu kim istemez. Türkiye’de böyle bir organizasyonun yapılması aynı Live Earth’de olduğu gibi bazı insanlara tabii rant sağlayacaktır. Ama maksat bu konu hakkında bir sanatçının üstüne düşeni yapmasıysa tüm samimiyetimizle bunda yerimizi almak isteriz. İngiltere’de önümüzdeki yaz yapılcak benzeri bir organizasyondan teklif aldık şimdiden. Organizasyon kimsenin rant sağlayamayacağı şekilde tamamen gönüllülerle yürüyor. Onur: Myspace sayfanızı da merak eden okuyucularımızla paylaşalım derim. Revolters: Onur: Son olarak bu güzel röportaj için teşekkür ederken, en içten sevgi ve başarı dileklerimizi sizlere yolluyoruz. Revolters - : Bizde teşekkür ederiz. |
boşlukları doldurun
bunlara da göz atabilirsiniz:
|
otarafa: The Revolters İş Bankası İşte Genç Röportajı | butarafa: Zig Zag@Hafriyat Karakoy 10 Ekim |
iletişim - şikayet - kullanıcı sözleşmesi - gizlilik şartları |